Bundan fazla değil 40-50 sene öncesine gittiğimizde henüz bisküvilerin bile paketli olarak satılmadığı hipermarketlerin var olmadığı bir Türkiye hatırlıyorum.

Çocuklar bakkaldan leblebi tozu alır, iki bisküvinin arasına bir lokum koyup yer ve bununla mutlu olurdu. Bir mahalle çocuk bir araya gelip bir plastik top alır bütün yaz onunla yakan top, istop gibi oyunlar oynardı. Bayramlık giysileri anneler diker, çocuklar bayram sabahı uyandıklarında bir çift yeni ayakkabıyla annelerinin kumaşını ucuzluktan aldığı ve özenerek diktiği elbisesini görünce öyle sevinirdi ki giymeye kıyamazdı. Okul önlükleri siyah yakalar beyazdı, bazı çocukların evinde ders çalışacak masası yoktu ama mutlulardı. Kapitalist döngünün dayattığı şık ambalajlı dondurma değil, mahalledeki pastanenin ev yapımı dondurmasıydı damaklarımızda tadı kalan…

Ne var ki günümüz dünyasında aynı sadelikten ve aynı samimiyetten bahsetmek pek de mümkün değil. Tüm dünyada olduğu gibi  ülkemizde de hipermarket zincirlerinin, AVM’lerin ve ulusal markaların son derece rağbet gördüğü bilinen bir gerçek. Artık modern dünyanın yarattığı bireyler her yerde her daim tüketim faaliyetlerini gerçekleştirmekte. Ünlü markaların filtre kahvelerini içmeden güne başlayamayan, o hafta sonu AVM indirimlerini kaçırırsa arkadaş çevresi tarafından dışlanan, belli bir grubun üyesi olabilmek için marka giymek zorunda kalan, dilediğinde bütçesinin yettiği ölçüde tüm evinin eşyalarını değiştirebilen özgür ama dijital teknolojilere, tüketime ve dayattıklarına bağımlıyız.

İnsan ömrü eskiye kıyasla daha uzun belki ama, mücadele ettiği konular da oldukça fazla. Özellikle sağlık alanındaki gelişmeler, her geçen gün artan hastalıklarla adeta yarışıyor. Çare var, ancak bir o kadar da hastalık var! Elbette alan dışı bir konuda yorum yapmayacağım. Her ne kadar bizim ülkemizde herkes bilirkişi/uzman olsa da..

Son yıllarda fiziksel hastalıkların yanında, kronik, genetik ve ruhsal hastalıklarda da bir artış görülüyor.

Bu kadar imkanın içerisinde -ki bunlar ileri teknolojilerle üretilen ve her gün bir yenisi keşfedilip sağlık camiasına kazandırılan yöntemler-ne oluyor da  insanlar sağlıklarını koruyamıyorlar?  Depresyon, anksiyete ve daha bir çok ruhsal hastalıkla uğraşanların sayısı hiç de az değil.

Teknoloji evimizin içinde, yanı başımızda. Üzerine dantel örtülüp, yalnızca misafir gelince izlenen televizyonlar tarih oldu. Şimdi küçücük aletlere kocaman dünyaları sığdırabilen teknolojilerle çevrili etrafımız! Dijitalleştik! Her şey elimizin altında, bir “tık” uzağımızda, ama mutsuzuz. Çünkü gönüllü bir esaret söz konusu. Ruhlarımız özgür değil, artık ne yapacağımızı söyleyen yapay zeka uygulamaları hayatımızı yönlendiriyor. Halbuki bizler değil miyiz; “konuşa konuşa anlaşan” ? İnsanın karşılıklı iletişimden beslendiği duygusal tatmin duygusunu siri veremez, öyle değil mi?