Yağmur yağdığında hava daha bir yumuşar, genelde öyledir. Ama o gün hani derler ya insanın yüzünü kesiyor, işte öyle bir soğuk da vardı.
Bu rağmen tıklım tıklım dolu, zar zor adım atılan bir durumdaydı Anıtkabir. Sanki milli bir bayramdı ve herkes oraya gelmişti; Ata'nın huzuruna.
Ankara'ya ayak basar basmaz ilk gittiğim ve beni çeken yer Atatürk'ün ebedi istirahatgahı Anıtkabir olur. Herkesi de çekiyor ki bu kadar çok kalabalık vardı.
Kullandığı, giydiği özel eşyalara şuan yaşıyormuş gibi tekrar bakmak, Atatürk'ümüzü tekrar hissetmeyi istemek beklide.
Onunla orada sessizce dertleşmek, bugünkü Türkiye'nin durumunu gelişim ve değişimleri anlatmak, gördüğüm eksik ve doğruları paylaşma isteği duyarım sanki. Konuşurumda içimden sessizce, bir o duyar, birde ben misali. Sanırım bunu oraya giden herkes yapıyor.
Şöyle geçmişten bu güne yaşananları düşününce, nereden nerelere geldik, neler değişti değil mi?
Bol bol fotoğraf çekmeye niyetlenmişken yine, o kalabalıkta birkaç kareyi zar zor alabildik.
30 yıllık can dostumla birlikte gezdik o gün Anıtkabiri. O da benim gibi ülkemize, Atatürk'ümüze, bayrağımıza, sanata, tarihe, fotoğrafa düşkün. Hal böyle olunca bir başka oluyor birlikte dolaşıp, hayatı karelere almanın keyfi. Sadece fotoğraf makinelerinde değil, zihinlerde de tutmak gerekir aslında tüm görüntüleri.
Ardından tablolar bölümünü, oradan da Çanakkale, Sakarya ve Büyük Taarruz panoramalarını dolaştık.
Gezmek değil, yaşamak yeniden tarihi, kısa bir an bile olsa. Yaşananları hafızamıza bir kez daha kazımak istercesine bir düşünce içinde; vatan için, bir karış toprağımız için atalarımızın verdiği mücadeleyi görmek; kendime, kendimize bir daha dönüp bakmamızı ve düşünmemizi sağlar her seferinde.
Yine orada bulunan kuleleri, kitaplığı, müzeyi gezerek tamamlanan turumuzda; gelirken sabırsızlıkla koşan adımlarımız aslanlı yoldan çıkarken geri geri gidiyordu. Özlemdendi beklide hiç ayrılmak istemeyişimizin nedeni.
Sevgi ve saygılarımla…
Fatma Marmara