Sonbahar yapraklarının arasında yürürken mevsimleri düşündüm.
Mevsimler, doğanın kendi içinde tekrarlayan bir hikâyesidir. Her biri, insana farklı duygular ve derin düşünceler getirir. Sonbahar, sararan ve dökülen yapraklarıyla bir vedayı andırır. Ağaçların dallarını süsleyen kırmızı, sarı ve kahverengi tonları, yaşamın döngüsünü gözler önüne serer. Bu renk cümbüşü, hayatın geçiciliğini ve ölümün kaçınılmazlığını hatırlatıyor. Doğa yavaş yavaş uykuya dalarken, insan da kendi sonluluğunu düşünüyor.

Sonbaharın arkasından gelen Kış mevsimi, bembeyaz kar örtüsüyle bir kefeni andırıyor. Bu kefen korkutucu değil, aksine saflığın ve huzurun simgesidir. Karın sessizliği, insanın içine dönmesine ve kendi ruhunu arındırmasına vesile olur. Her ne kadar eski kışların sertliği ve bereketli yağışları azalmış olsa da, kar yağdığında hâlâ bir umut hissi uyandırır.

Bu döngüyle İlkbahar, yeniden doğuşun ve gençliğin simgesidir. Doğa uyanır, çiçekler açar, kuşlar ötmeye başlar. İnsan bu mevsimde kendini yeniler, tazelenmiş bir enerjiyle hayata sarılır. İlkbahar, insanlığın her zorluğun ardından yeniden doğabileceğini ve umutla dolabileceğini hatırlatır.

Yaz mevsimi ise hayatın en canlı dönemidir. Ağustos böceğiyle karınca hikâyesini anımsatır. Çalışmanın, üretmenin ve geleceğe yatırım yapmanın önemini vurgular. Yaz, hem eğlenceyi hem de emeği içinde barındırır. İnsan, yazın verdiği sıcaklıkla bir yandan hayatın tadını çıkarırken, diğer yandan da biriktirmenin, kışa hazırlık yapmanın gerekliliğini fark eder.

Mevsimler, sadece birer doğa olayı değildir. Onlar, insanın hayatını anlatan, her bir evreyi sembolize eden doğal birer rehberdir. Hayatımızın her döneminde, doğanın bu döngülerinden ilham alabiliriz: Yenilenmek, çalışmak, durulmak ve sonunda huzurla dinlenmek. Doğa, bize yaşamın sırrını her yıl fısıldamaya devam ediyor. Yeter ki bu döngüyü dinlemeyi bilelim.

19 Kasım 2024
Şükrü Karataş