İpek Kırtasiye sahibi Orhan beyle tanıştık, Bolu takip gazetesinde yazmaya çalışıyorum derken, içeriye küçük bir kız geldi. Amca yazar mısınız? diye sordu. Yok kızım, yazmaya çalışıyorum dedim. Ben de yazıyorum, yazdıklarımı bir dosyaya yerleştiriyorum dedi. Merak ettim, hangi okuldasın? 50. Yıl orta okulunda 8. sınıftayım dedi.

Yazdığı yazıyı USB den format attırıp, dosyasına koymak için kırtasiyeye gelmiş. Bir nüsha da ben alabilir miyim? Dedim, memnuniyetle dedi. Tebrik ettim. Ben de sana buradan istediğin bir kitabı hediye etmek istiyorum, kabul edersen sevinirim dedim. Orhan beyin gösterdiği birçok kitabı okuduğunu ifade etti, gösterdiği başka bir kitabı henüz okumadığını söyledi. Kitabın iç kısmına küçük yazarı tebrik ederim, başarıların sonsuz olsun, sevgilerimle… diye not düşüp imzalayıp kendisine hediye ettim.

Eve geldiğimde merakla yazmış olduğu hikayeyi okudum. Neden küçük yazar diye hitap ettiğim için utandım. Belki de geleceğin büyük yazarı olacak. Hikayesini aşağıya aynen aktarıyorum.

‘’SEVDİKLERİNİZİN KIYMETİNİ BİLİN

Gözlerimi kapatmıştım, açtığım andaki, o temiz havayı içime çekmemle birlikte huzuru bulmam bir olmuştu. Henüz yer olarak neredeyim? Bilmiyorum. Bir deniz kenarındayım galiba, yani sahilde. Bir bankta elimde sımsıcak simit ve koyu demli çayımla birlikte güzel bir manzaraya karşı oturuyorum. Denizin dalgalarıyla, martı sesleriyle, sabah koşusu yapan bazı insanlarla bir aradayım. Bu anlattıklarıma yada yaşadıklarıma huzur denir miydi? Bilmiyorum ama içimdeki sakin, sessiz mutluluk, bütün bunlar huzurun bir parçasıydı galiba. Evet huzurluyum, oldum olası mutluyum.

Bütün bu olanların hemen ardından küçük, tatlı, bir kız yanıma sessiz adımlarla yaklaştı. Bir anda içimi bir korku sardı neden bilmiyorum. Büyük ilgi ve merakla bakmaya başladım. O da bana baktı. Bu tuhaf durum yalnızca saniyeleri buldu. Hemen ardından bana bir soru sordu. Küçük kız;

-Neden bu güzel manzaraya karşılık yalnız başına oturuyorsun? Ben de ama sen de yalnızsın. Dedim ve küçük kızı bir düşünce alıp gitti. Ben de ona sordum. Neden ailen yok? Dedikten sonra verdiği cevapla şok geçirdim.

Küçük kız;

-Çünkü hep iyiler ölür! Dedi ve bir anda soluk soluğa uyandım. Annem bana mutfaktan seslendi. Annem;

-Kızım hadi kalk, okula geç kalacaksın dedi… Ve o anda tüylerim diken diken oldu. Hâlâkâbustaydım. Duyduğum ses annemin sesiydi. Kendime gelmeye çalıştım. Yataktan yavaşça doğruldum, öylece kalakaldım. Belki ilk defa kendime gelmek için bu kadar çok çabaladım. Elimi kalbime götürdüm. Kalbim yerinden çıkacak gibi oldu, küt küt atıyordu. O an için annemin sesini duymak benim için o kadar çok şeyi ifade etti ki, kendi kendime konuşmaya başladım. Kendimle konuştum;

-Yalnız değilsin, buradasın, yanımdasın, koşup anneme sarıldım. Yanımda olduğun her güne şükürler olsun. Sen bana hep ‘kızım’ de, ben de her gün seninle uyanayım, rüyalarımdaki yalnızlığı hiçbir zaman yaşatma bana ‘anne’ çünkü sensiz bir güne uyanmak benim için ne kadar zor olur, bilemezsin ‘anne’, huzurumsun, kıymetlimsin, herşeyimsin, sevdiğimsin…SEVDİKLERİMİZİN KIYMETİNİ BİLİN ÇÜNKÜ KAYBEDEN YİNE SİZ OLURSUNUZ!..’’

-Büyük yazar; Küçük yazar diye başlayarak senin kıymetini bilemedim. Bir daha karşılaşır mıyız? Bilemem, ömrüm yeterse belki senin kitaplarını okuyacağım. Ben okuyamazsam benim torunlarım okur, bahtın açık olsun. Allah seni iyi insanlarla karşılaştırsın.

Seni yetiştiren aileni ve öğretmenlerini kutlarım. Yazını gelen misafirlerime de okudum, çok beğendiler. Neler yapabiliriz? Belki senin gibi çok çocuklarımız var. İşte gençliğimizi bu şekilde yetiştirebilirsek, geleceğimizi garanti altına almış oluruz. Bir nesil otuz yılda yetişiyor, kolay değil. 18 milyon öğrencimiz var. Çoğu Avrupa ülkeleri nüfusundan fazla. Bu çocuklarımızın kabiliyetlerini ortaya çıkaralım. Bu sporda olur, edebiyatta olur, matematikte velhasıl bütün dallarda olur. Projeler üretmek zorundayız. Masaya yapışıp kalırsak, oradan kalkamayız. Mutlaka sahaya inmeliyiz. Okuma projesi çok önemli, çöp bizim derdimiz, nasıl çözeriz? Asgari ücretli insanların çocuklarını, okul bünyesinde tutarak, atanamayan öğretmenleri görevlendirip, çocuklarına ilgi veremeyen ailelere destek verebilirsek ve daha çok düşünerek, çok çalışırsak başarılar bizim olur. Cimnastikte- Türkiye –Tarihinde bir ilki gerçekleştirdi. Altın madalya alan İbrahim Çolak ‘’ 50 saniye için 19 yıl çalıştım.’’ Dedi. Her başarı çalışma sonunda geliyor. Lafla peynir gemisi yürümüyor.

5 aralık 2019

Şükrü Karataş