Gün geçmiyor ki televizyonda yeni bir suç haberi yayınlanmasın.

Küresel dinamiklerin beslediği toplumsal heterojenliğin, işsizlik ve dışlanmanın sebep olduğu suç işleme oranlarının artışı endişe verici. Toplumun gelir dengesindeki adaletsizlik ve toplumsal eşitsizlik bireylerin suça yönelmesinde büyük rol oynuyor.

Bununla birlikte Türkiye’de suç işleme oranları ve suç türleri ile ilgili son veriler oldukça dikkat çekici. Büyük şehirlerde işlenen suçların çeşitliliği, suçluların takip ve tespitinin nüfus yoğunluğu sebebiyle zor olması, medyada suç ve suça ilişkin temsillerin her geçen gün artmasına sebep oluyor.

İnsanlar artık ev alırken sağlamlığına değil kamera ve güvenlik sistemlerinin yeterliliğine bakıyor.

Buna bağlı olarak toplumun zayıf kesimini oluşturan kadın, çocuk ve yaşlılara yönelik şiddet, hırsızlık, cinayet gibi haberlerin medyada sıkça yer bulması, iç göç sebebiyle yaşanılan çevrede yabancıların artış göstermesi, toplum içerisinde bireylerin ve düzensiz göçmenlerin işlediği suçlarla gündeme gelmesi, küresel dinamiklerin toplumsal düzensizliği beslemesi sonucu suç korkusu ve gelecek kaygısı yaşayan bireylerin sayısında da artış olduğu gözleniyor.

Geçenlerde bir haber dikkatimi çekti. Adana’da HÜDA PAR İl Başkanlığı’na saldıran ve cinayet işleyen saldırganın ifadesi aynen şöyleydi: “Olay günü evde otururken içime bir his doğdu. Bir ses “Git bunları öldür” dedi. Ben de gittim ve yaptım.”

KORKUNÇ!

Bir aile danışmanı olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, son yıllarda şizoid eğilim gösteren, hayatın anlamını yitirmiş depresif ve yine kaygı bozukluğu tanısıyla başvuran danışan sayısı oldukça fazla!

Gelin bir de sayısal verilere bir göz atalım..

Her yılın 31 Aralık tarihi itibarıyla Türkiye'de yüz bin kişi başına düşen ceza infaz kurumundaki kişi sayısı 2010 yılında 163 iken, bu sayı yıllar itibarıyla artarak 2018 yılında 323'e ve 2019 yılında 351'e ulaşmış. Diğer taraftan 2019 yılında 12 yaş ve üstü her yüz bin kişiden 430'u ceza infaz kurumunda yer almış. Aynı yıl içinde bir veya daha fazla giriş kaydı dikkate alındığında, 1 Ocak-31 Aralık 2019 tarihleri arasında ceza infaz kurumlarına 281 bin 605 hükümlü statüsünde giriş kaydı yapılmış. Yine aynı yıl içinde bir veya daha fazla çıkış kaydı dikkate alındığında, aynı tarihler arasında 291 bin 212 hükümlü statüsünde çıkış kaydı yapılmış.

Ceza infaz kurumuna giren hükümlülerin birden fazla suç işlemesi durumunda en ağır cezayı gerektiren suç esas alınmakta olup, bu esasa göre değerlendirildiğinde, ceza infaz kurumuna 1 Ocak-31 Aralık 2019 tarihleri arasında giren hükümlülerin %15,2'sinin hırsızlık, %12,4'ünün yaralama, %7,0'ının uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti, %5,4'ünün İcra İflas Kanunu'na muhalefet ve %3,4'ünün ise öldürme suçu işlediği kaydedilmiş. (Türkiye İnfaz Kurumu İstatistikleri, 2019).

Oranlar üzücü, evet! Ancak başımıza gelmedikçe bizlerin suça ilişkin temsillere kayıtsız kalma oranımız da az değil. Bireylerin yaşadığı olumsuzlukların, içinde bulunulan hayat şartlarının yetersizliği, çocukluk öyküsüne dayalı ihmallerin de bireyi suça yönlendiren etkileri oldukça önemli.

Bizler evimizde akşamları çay eşliğinde televizyondan izlediğimiz olayların çok uzağımızda olduğu yanılgısıyla yaşarken, diğer tarafta insanlar cinayete, gaspa ve daha birçok suça maruz kalıyor. Toplum sağlığı denildiğinde bireysel düşünmeyi bırakıp, üzerimize düşen görevi yerine getirdiğimizde tamamlanmış oluyoruz aslında.

Unutmayalım ki önce ev halkından başlayarak ilgilenmediğimiz bireylerin gün gelip bir suçlu olarak karşımıza çıkma ihtimali oldukça yüksek. İnternetin yaygınlığı ve sosyal mecralarda her tür unsurun bireyleri hedef aldığı düşünülürse, atomize bireylerin kendi içinde ne yaşadığını kestirmek oldukça zor.

Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın.” demek yerine, Ben bir birey olarak “Bugün kendim ve toplum için ne yapabilirim.” demek daha güzel olmaz mıydı?