Gurbetçi çocuklarımız Türkiye ile olan bağlarını korumalı ve bu bağın güçlendirilmesi için Türk hükümetlerinin, Türkiye’deki vatandaşların destek olması çok önemli. Kırık bir aksan ya da eksik bir Türkçe, aslında onların farklı bir kültürle köprü kurduğunun göstergesi. Bu çocukların kendilerini her iki dünyaya ait hissetmeleri için köklerinden kopmamaları sağlanmalı. Tatillerde, sıcak bir kucak açmak, her düzeyde ilgi göstermekle mümkün. Bu ilişki devam ettikçe, gurbetçilerimiz hem kültürümüzü yaşatır hem de sonraki nesiller için güçlü bağlar bırakır. 

Türk toplumu Avrupa’da kök salmış ve adeta küçük Türkiye’ler oluşturmuştur. Amsterdam, Rotterdam, Den Hag, Berlin, Brüksel, Paris gibi şehirlerde Türk dükkanları, restoranları ve marketleriyle karşılaşmak, gurbetçilerimizin hem kimliklerini koruduğunu hem de bulundukları toplumlara kendi kültürlerinden bir parça kattığını gösteriyor. Bu yalnızca bizim kültürümüzün oralarda varlığını güçlendirmiyor, aynı zamanda bir kültür alışverişi de sağlıyor.

Avrupa’daki insanlar da;  bu etkileşimle Türk yemeklerini, değerlerini ve özellikle misafirperverlik gibi güzel alışkanlıkları tanıyor ve benimseyebiliyor. Ayakkabıyla eve girmemek gibi ayrıntılar bile aslında derin bir kültürel aktarımın parçası. Bu durum sadece bir yerleşim değil, aynı zamanda köprü kurmanın güçlü bir ifadesi. 

Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne resmî olarak alınmamış olması, Türk halkının Avrupa’daki varlığını ve etkisini hiç de gölgelemiyor. Yaklaşık on milyon Türk vatandaşının Avrupa’daki yerleşimi, adeta Türkiye’nin Avrupa’ya kültürel olarak girmiş olduğunu kanıtlıyor. Türk yemekleri, Türkiye’den gelen meyveler, sebzeler ve diğer ürünler Avrupa pazarlarında kendine güçlü bir yer edinmiş durumda.

Bu, sadece ekonomik bir ilişki değil, aynı zamanda kültürel bir temsil. Avrupa’da Türk insanının emeği, kültürü ve gelenekleri bu varlığın ayrılmaz bir parçası. Türkiye bu anlamda fiilen Avrupa’nın bir parçası olmuş diyebiliriz.