1951 yılında 6 ülke arasında imzalanan Paris Antlaşması ile kurulan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu, 1957 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu olmuş ve biz bu birlikteliğe katılmak için 1959 yılında başvurduğumuz halde,günümüze gelindiğinde, müzakerelerin dondurulması yönünde alınan kararlarıyla karşılaşan bir ülkekonumundayız.
1963 yılında Ankara Antlaşmasıyla başlayan sürecimiz, 1980'li yıllarda donma noktasına gelip, 1987 yılında yeniden başvurumuz ardından, 1989 da Avrupa Komisyonu tarafından Türkiye'nin üyeliği konusunda verilecek kararın ertelenmesinin uygun olacağı sonucuna varılmış ve 1998 yılında Türkiye'nin konumu üye adayı statüsüne getirilmişti.
1999 da Türkiye oybirliği ile Avrupa Birliği'ne Aday Ülke olarak kabul ve ilan edilip, 2005 yılında ise AB'nin Türkiye ile tam üyelik müzakerelerine başlama tarihi olurken bunca yıldan sonra gelinen nokta ancak bu olmuştu.
Türkiye ile AB üyesi ülkeler arasında 2016 Ocak-Eylül döneminde ihracatımız yüzde 48,5'i, ithalatta 38,9'ları bulduğu halde,57 yıldır üye olmak için uğraşan bir ülkeyiz ama karşısında bir türlü üyeliğe kabul etmeyen ya da etmek istemeyen bir topluluk var.
28 üyesi bulunan AB'nin Müslüman olarak aralarına aldığı tek ülke Mayotte Adası ama onlarda 2011 yılında Fransa'ya tam bağlılığını ilan etmiş. Hal böyle olunca akıllara gelen ise kendilerine bağımlı bir durumda olmamızı mıhayal ediyorlar?
Türkiye'nin Avrupa Standartlarına uymak, Avrupa Birliğine girmek için yapmış olduğu çalışmalar, çabalar ve bu çabaları sonucu kazanımları olduğu gibi Avrupa'nın daTürkiye Cumhuriyeti Devletinin genç nüfusuna ekonomik, siyasal, sosyal yönden ihtiyacı olduğu gerçeği ile bugün Avrupa ve dünyada Türkün olmadığı bir nokta olmadığı gerçeğini de göz ardı etmesi gerekiyor.
Mülteci anlaşmasında bile Avrupa'ya göre Türkiye tampon konumundayken ve Avrupa'nın Türkiyesiz olamayacağını da biliyorlarken böyle gözdağı verircesine davranış sergilemeleri, kendi içlerinde ki tutarsızlıklarının bir göstergesi olarak yansıyor.
Kucak açtıkları terör örgütlerinin zaman zaman kendi başlarınadert açtığını görüyorlar ve açacağını da bile bile yinede kollayıp, koruyorlar. Ermeni soykırımını tanımalar, terör örgütünü barındırmalar, Avrupa'da yaşayan gurbetçilere de orada zorluklar yaşatmalar, biz Türkiye'ye her dediğimizi diretip yaptırabiliyoruz zihniyeti içindelerse, yanıldıklarını da anlamalılar.
Biz ise kendi kaynaklarımızı kendimiz kullandığımızda, kendi üretimimizi artırıp dışa bağımlılığı azaltıp yok ettiğimizde, kendi sanayimizi, tarımımızı güçlendirdiğimizde büyürüz, daha da kalkınır gelişiriz. Türkiye'nin tarım alanları her geçen gün daha da azalıyor.Bu da açlığa ve dışa bağımlılığa doğru bir gidiş oluyor. Kendi ayaklarımızın üzerinde duracak şekilde teknolojimizi, sanayimizi, gelişimimizi ilerletmemiz,ülke ekonomisini üreten ekonomi haline getirmemiz gerekiyor.
Atatürk'ün söylediği gibi: Ekonomisi zayıf bir ulus, yoksulluktan ve düşkünlükten kurtulamaz; güçlü bir uygarlığa, kalkınma ve mutluluğa kavuşamaz; toplumsal ve siyasal yıkımlardan kaçamaz.”
Sevgi ve saygılarımla…