Çok uzağa gitmeyelim! Yıl 2002'den düşünmeye başlayalım, bu milletin hamuruyla yoğrulmuş ve bu toprağın bir evladı yani bizden biri. Anadolu onun ruhunda var.
Çok şey yaptı, millet için! Sadece Türkiye için mi?
Güç aldığı bir tarihi, emanet duyduğu bir davası vardı elbette. Bir mazlumun ahını duymaya yüreği dayanmaz, gözleri buğulanırdı. Dili, dini, ırkı hiç fark etmezdi her mazlumu Allah'ın emaneti olarak görür ve ona sahip çıkardı. Nerede bir garip varsa ona uzanan el olmaktan hiç çekinmezdi. Dünya'da ki her garip ve mazlumun ahı onun yüreğine ok gibi saplanırdı, görmezden gelemezdi. Hani dedik ya Anadolu onun ruhunda var” işte bütün mesele burada gizliydi. Myanmar, Arakan, Suriye, Irak, Mısır, Filistin ve daha niceleri. Hangimiz bilirdi Myanmar'ın haritada ki yerini veya hangimiz Suriye'de ki mazlumlar için Dünya'ya meydan okurdu. Türkiye'nin güçlenmesini istemeyen hem iç hem dış düşmanlar alabildiğince hainlikle üstümüze geldiğinde, hangimiz Arakan diye kimsenin bilmediği bir yörenin mazlumlarına uzanan el olabilirdi ki? Görmezden gelemez miydi ? Kendi ülkesi dışında kimsenin derdiyle dertlenmese kim ne diyebilirdi ki ? Ama yapamazdı, inandığı din ve emanetçisi olduğu davanın şiarında vicdansızlık ve vurdumduymazlık yoktu. Şanlı tarihinde Osmanlı nasıl gariplerin ve mazlumların tek sığınağı ve limanı olduysa, Türkiye de küresel dünyada ki mazlumların son kalesi olmaya devam etmek zorundaydı. Ve o da öyle yaptı ataları gibi önce mazlumlara uzanan el oldu. Çünkü bir medeniyet toplumunun emanetçisiydi. Çok şey yaptı çok, hem millet için hem ümmet için!
Ülkenin en karanlık dönemleri, 90'lar…
90'lı yıllar sona ermişti, Türkiye makus talihini 2000'li yıllarda değiştirmek istiyordu. Ama koalisyon hükümeti yine emanete ihanet etmiş, ülkeyi büyük bir borç batağına sürüklemişti. Küresel dünyada artık toprak bağımsızlığı değil, ekonomik bağımsızlık ön plana çıkmaktaydı. Toprak bağımsızlığımız vardı lakin ekonomi? Yani bağımsız olmaktan çıkmış, ekonomik yardımlara minnet eyler hale gelmiştik. Durum böyle cereyan ediyordu ama hani olur ya karanlık ıssız okyanusta rotasını kaybeden gemiye, bir ay ışığı yön gösterir yol arkadaşı olur ve aydınlığa beraber çıkarlar. Tam olarak böyle oldu, Türkiye onunla beraber karanlıktan aydınlığa doğru uzun ve kutlu bir yürüyüşe çıktı. Güçlü ve milli bir ülke portresi ortaya çıkardı. Türkiye'nin yükselişinin tarifini nede güzel yapmışlardı, Sessiz Devrim! Tek tek yapılan icraatları anlatmaya ne kelimeler yeter, ne de gazete köşeleri…
Türkiye'de onunla beraber faili meçhul cinayetler sona ermiş, özgürlüklerin kısıtlanması engellenmişti. Öyle ki bir parti genel başkanı, meydanlarda ona karşı her türlü hakaretlere başvurmuş yetinmeyip diktatör diyebilecek gaflete ve acizliğe imza atabiliyordu. Halbuki o kendisine bu denli basiretsiz açıklamalarda bulunan genel başkanın gözlerine bakarak, Tayyip Erdoğan diktatör olacak ve sen meydanlarda rahatça hakaret edebileceksin” diyerek olayı kapatmıştı o gün kapatmıştı. Onun şiarında böyle gereksiz ve aciz polemiklere yer yoktu. Evet yazıda uzun uzun ‘o' diye bahsettiğimiz Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'dan başkası değildi. Sessiz devrimin mimarı, mazlumlara uzanan elin sahibi Recep Tayyip Erdoğan'dı. Her günü milletine hizmetle geçen, her dakikası tüm dünya mazlumlarını düşünmekle geçen Recep Tayyip Erdoğan diktatör olabilir mi? Savunduğu dünya görüşü özgür ve barış içinde bir yaşam olan Recep Tayyip Erdoğan diktatör olabilir mi? Dünya güçlerine karşı hep garip ve yetimlerin safında yer alan Recep Tayyip Erdoğan diktatör olabilir mi? En büyük diktatörlüğü kendisine yapmış, millet için ümmet için kendisinden fedakarlık etmiştir. Biz senden razıyız REİS!
Çok şey yaptı çok, millet için ümmet için!