M.S. 150 yıllarında Hunlar, Macarlar, Bulgarlar daha başka Türk boyları, Avrupa ‘ya göç ederek devlet kurmuşlar, ancak Avrupa'daki insanlarla kaynaşarak, dillerini, dinlerini unutup, kimlikleriniyitirmişler.
İslam medeniyetinin son halkasını oluşturan Osmanlılar, savaş tekniğinde, kültürde, ilimde, sanatta, dinde zirveye ulaştıkları bir dönemde Viyana kapılarına dayanmışlar. İlimde, bilimde, dinde, savaş tekniklerinde geriledikçe, onlarda Avrupa'dan, Anadolu'ya geriye çekilmek zorunda kalmışlar.
İkinci dünya savaşından çıkan Avrupa kendini yenilemek, gücünü artırmak için insan gücüne ihtiyacı vardı. Birinci ve ikinci göçten sonra 1960'lı yıllarda Avrupa ülkemizden işçi alarak, üçüncü göçü başlamış oldu.
Buraya ilk gelen kuşaklardan bazıları vefat etmiş. Etmeyenlerde ağır hasta, sağlıklı olanlar da bizim sonumuz ne olacak endişesi içindeler. Birinci kuşak en zor işlerde çalışarak, artırdığı parayla Türkiye'den bir ev, dükkan, tarla almış. Kendi burada gönlü Türkiye'de, 50 yıl oldu. Hayatlarının en dinamik yılları Avrupa'da geçivermiş. Burada fakir, Türkiye'de zengin yaşamış. Türkiye'de Almancı, Avrupa da yabancı. Mutluluklarını hep ertelemiş. Bu insanlar 1970'li yıllarda kooperatifler tarafından dolandırılmış, 1990'lı yıllarda holdingler tarafından dolandırılmış, yine de vatanından ülkesinden vazgeçmemiş, rüyalarında bile hep ülkesiyle haşır neşir olmuş, ülkesi sıkıştığında Kıbrıs harbinde Avrupa'dan Türkiye'ye milyonlarca mark hibe olarak göndermiş, ülkesinin başarısı için. Bunun yanında İki kültür arasında, kimliğini bulamamış insanlarımızın oluşturduğu aile problemleri,kumar içki,uyuşturucu gibi sorunlar da azımsanamayacak kadar çoktur. Gurbet acı çektirmeden yaşatmaz.Herşeye rağmen artık Türkler Avrupa'da kalıcı, üçüncü kuşak, dördüncü kuşak geliyor.
Avrupa'nın neresine gidersek gidelim, Müslüman-Türk vatandaşıyla mutlaka karşılaşırız. Bunu insanımızın kılık kıyafetinden, çok zorlanırsak bakışlarından tanıyabilirsiniz. Paris'e 2000'li yıllarda gittiğim gün Cumaya rastlamıştı. Nerede bir cami bulabilirim, Fransızlara bunu nasıl sorabilirim düşüncesiyle yolda yürürken, Türklerle karşılaştım. Merkezde, sokakta Türk lokantaları, marketleri, kahvehaneleri vardı. Kendimi Türkiye'de hissettim. ‘İnsan nereye giderse, kendini de beraberinde götürür.'Socrates. Biraz para biriktirip geri dönme düşüncesiyle giden işçilerimiz, dönemeyip ailelerini de alıp Avrupa'da yaşamlarını zorluklar içinde devam ettiriyorlar. Bulundukları yerlerde cemiyetler, dernekler kurdular. Bunun sonucunda camilerini oluşturdular. Bunu sabanını tarlasında bırakan çiftçi, sürüsünün arkasında sopasını atıp giden çoban Ahmetler, Mehmetler ilkokul mezunu, hatta okuma yazma bilmeyen işçilerimiz gerçekleştirdi. Donanımlı olsalardı neler olurdu acaba?
Avrupa'da camilerimiz, Türk Kültür Cemiyet ve Derneklerimiztarihin derinliklerinden gelen Koca Yunus'u canlandırıvermişti. Camilerde, Türk Kültür ocaklarında yapılan nasihatler, vaazlar, insanımızın geleceğini oluşturmak, garanti altına almak için anlatılıyor. İnsanımız büyük sabırla mermer gibi işleniyor. Hollanda da böyle, Avrupa'nın diğer ülkelerinde de benzer durumlarla karşılaştım, Ahmet Yesevi'nin rüzgarı Avrupa'da esiyor gibi.
Türkiye 50 yıldan bu yana Avrupa birliğine girmek için uğraş veriyor. Avrupa'daki 5 milyon Türk insanıyla Avrupa birliğine girmiş gibi. Hollanda'nın en ünlü marketlerinde Türk yiyecekleri için bir bölüm oluşturmuşlar. Avrupa'nın hangi şehrine giderseniz gidiniz, özellikle büyük şehirlerde küçük Türkiye'yi görüyorsunuz.
Avrupa devletleri de,artık Türklerin dönmeyeceğini görerek kendilerinin geç kaldığını düşündükleri için ülkesinin geleceğini düşünerek içlerinde yaşayan yabancı çocukları kazanma amaçlı tedbirler alırken, siyasi ırkçı partiler de popülist yaklaşımlarla yabancı düşmanlığını körükleyip oylarını çoğalttılar.
Hollanda'da okullarda Türkçe dersleri kaldırıldı. Okullarda yabancı çocukların Hollandacadan geri kalmamaları için, okul öncesi projeler geliştirdiler.(voorschooleducatie) okul öncesi eğitimi 2,5 yaşına indirdiler.Bir taşla iki kuş vurmuş oluyorlar. İlk dil Hollandaca olunca, asimile kendiliğinden gerçekleşmiş oluyor. Bilim adamlarının araştırmalarına göre ‘ana dilini öğrenemeyen kişilerin kimlik bunalımı yaşamaları kaçınılmaz.' Hollandalı profesör Guus Ekstra ve Profesör Rene Appel anadili için uğraş verdiler. Profesör Kutlay Yağmur ve Türkçe kültür dersleri öğretmenleri ana dili için hükümete karşı savundular ama sonuç alınamadı. 2004 yılında ana dili dersleri Hollanda okullarından kaldırıldı. Bu diğer Avrupa ülkelerinde de gerçekleştiriliyor. Bunun sonucunda Avrupa'da yaşayan Türkler, ziyaretlerinde Hollanda'dan Fransa'ya veya Almanya'ya giden akraba çocukları birbirleriyle anadilleri olmayınca anlaşamayacaklar. Şu anda anlaşamayanlar çoğunlukta adeta. Türkiye'ye geldiklerinde sıkıntı çekecekler ve gelecekte birinci kuşağın yaşadığı Türkiye rüyası, sevdası kaybolacak. Bu Türkiye'miz açısından da büyük kayıp sayılır. Türkiye politikalarını, Türk çocuklarının kimliklerinin kaybolmaması için sorgulamalı, neler yapılabilir, bu konuda ikili ilişkiler nasıl geliştirilmeli, bilim adamları ve milli eğitim bakanlığı bunun üzerinde çalışmalar yapmalı.
Aslında Türkçe derslerinin kaldırılması Avrupa devletleri için de büyük kayıp, kimliksiz yetişen çocukların ben kimim bunalımı içinde, bulundukları ülkelerdede problem olabilir. Türkçe bilen çocuklar Türkiye ile ilgili ticari ilişkilerde, diplomaside, tercümanlık ve kendi ülkelerinin güzelliklerini anlatmaları, turizm gibi daha birçok sahalarda kullanabilirler. Ama siyaset bütün bunları gözardı yapıyor.
Biz Türkçe derslerinin kaldırılması sonucu okul aile birliği ve sorumluluk hisseden öğretmen arkadaşlarla birlikte Hollanda'nın Beverwijk ve çevresinde 7 yıl Pazar günleri Türk çocukları için Türkçe derslerini, bir okulu kiralayarak organize ettik. Bu gibi örneklerin Hollanda'da çoğalması için yine buradaki Türklere görev düşmektedir.
Sanal medyada gördüm, şehrimize yakın bir camide çağa uygun 4-6 yaş çocuklar için sınıf organize edilmiş, gerçekten çok mutlu oldum, bütün camilere örnek olacak şekilde. Avrupa'da okul aile birliklerine, derneklere, vakıflara, camilere, anne babalara, sivil kuruluşlara büyük görevler ve sorumluluklar düşüyor. Politikalarda söz sahibi olmalıyız. Şu anda tercihli oylarla belediyelerde temsilcilerimiz çoğalıyor. Ülke genelinde Düşün (denk) adında partiyi işçi partisinden ermeni soy kırımını kabul etmediği için, işçi partisinden çıkarılan iki Türk milletvekili kurdu. Seçimlerde üç milletvekili çıkardı. Bütün bunlar geleceğe umutla bakmamızı sağlıyor. İnşallah birinci ve ikinci göçlerde kaybolan Türkler gibi üçüncü göçü gerçekleştiren işçilerimiz, bulundukları ülkelerde kendi kültür ve değerlerini kaybetmeden, iş yerinde aranan, komşularının aradığı, hoş görülü insanlar olarak bilinen, Avrupa ülkelerinde asimile olmadan, entegre olan Türkler oluruz.
Bütün bunları eğitimde en yüksek seviyeye ulaşarak, kendi dilini ve kültürünü kaybetmeden, insana yatırım yaparak gerçekleştirebiliriz. Erasmus Üniversitesinin ve Unesco'nun yaptığı dünya dilleri araştırmasında, Türkçe dili beşinci sırada, böyle bir dünya diline sahibiz. BİLGİ GÜÇTÜR.
Şükrü Karataş,