Türkiye’de milliyetçilik üzerine tartışmalar kimi zaman artar kimi zaman azalır. Ancak milliyetçilik her zaman Türkiye’nin gündemindedir. Bugün de ülkemizde en çok tartışılan konulardan biri milliyetçiliktir. Bir tarafta milliyetçi düşünceye saldıranlar, diğer tarafta milliyetçi düşünceyi savunanlar olur. Ancak son zamanlarda milliyetçilik üzerine yapılan tartışmalarda milliyetçilik karşıtlığından ziyade Türk düşmanlığının yapıldığını görüyorum. Milliyetçiliği bilmeyen ya da kendi art niyetleri için çarpıtarak, iftiralarla yorumlayanlar, milliyetçi düşünceyi ve milliyetçileri tahkir ve tezyif etmeye devam ediyorlar. Bazı gazetecilerin, akademisyenlerin, sanatçıların, siyasetçilerin milliyetçilik hakkındaki söylemleri, bunların ancak belirli unvan ve sıfatlarla gizlenip aslında Türklüğe karşı propagandayla memur dâhilî bir bedhah olduğunu gösteriyor. ABD’nin ve Avrupa Birliği’nin fonlu, patronlu neoliberalleri; milliyetsiz, köksüz, şuursuz, kozmopolit neomarksistler; Mondrosçu, Sevrci, tam teslimiyetçi, kompleksli sömürge aydınları milliyetçi düşünceye yönelik saldırıların, kara propagandaların ve iftiraların başlıca kaynakları arasındadır.
Bu bölücü ve Türk düşmanı zihniyete göre Türk milliyetçiliği yapmak ırkçılıktır, faşizmdir, kafatasçılıktır, kavmiyetçiliktir. Yine bunlara göre Türk, millet değil, Türkiye’de bulunan çeşitli etnik gruplardan bir tanesidir. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti, “Türklerin devleti” olmamalı, “halkların devleti” olmalıdır. Diğer unsurlar güceneceği için millî kimliğimiz de “Türk” yerine “Türkiyeli” olarak adlandırılmalıdır. Ancak onların bütün bu hain emellerinin karşısında duran Türk milliyetçileri ve Ülkücüler vardır. Türk milliyetçileri ve Ülkücüler bunların Türk milletini, Türk vatanını, Türk devletini hedef alan planlarını gerçekleştirmesi karşısında en büyük, en kuvvetli, en teşkilatlı engeldir.
Şimdi, bunlar neden Türk milliyetçiliğine düşman diye soruyorsunuz. Neden olmasınlar? Onlar Türk milliyetçiliğine düşman olmak için görevlendirilmişler. Tabiatları da böyle. Hepsinin Türk’e, Türklüğe ve Türk milliyetçiliğine, vatan kavramına bakışı daha doğrusu nefreti aynıdır. Bu sebeple Türklüğe de Türk milliyetçiliğine de düşmandırlar. Bunlar dünyayı Türksüz algılarlar, Türksüz yaşamaya çalışırlar, sonuçta “kökü dışarıda” olan insanlardır. Bu insanlardan Türk milliyetçilerini, Ülkücüleri “vatan sevdalısı, millet âşığı” olarak yorumlaması elbette beklenemez.
Yıllardır Marksist, liberal ve kozmopolit zihniyeti benimsemiş olanlar Türk milliyetçiliği gerçekliğini görememişler yahut görüp de kabullenememişlerdir. Sosyal ve tarihî gerçekliği doğru okuyamamışlar, Türk milletini ve ona derin bir bağlılık duyan Türk milliyetçilerini anlayamamışlar, bunun da dışavurumunu Türk düşmanlığıyla ortaya çıkarmışlardır. Milliyetçi düşmanlıklarının temelinde Türk düşmanlığı vardır. Dolayısıyla bu güruh, binlerce yıllık Türk milleti gerçeğini görmek yerine iftiralarla, yalan yanlış bilgilerle Türk milletini en derin duygularla seven, Türk milletine bağlılık duyan, Türk milleti için canını feda eden Türk milliyetçilerini dumura uğratmaya çalışmışlardır.
Dünya vatandaşlığı, halkların kardeşliği, enternasyonalizm masalı, onların ağızlarına pelesenk olmuştur. Bunların masalları karşısında Türkiye’yi, Türklüğü, Türk kültürünü savunmak, bu sosyal gerçekleri anlatmak doğal olarak işlerine taş koymaktır. Böyle bir hâlde milliyetçiler; kapitalistlerin, liberallerin, Marksistlerin, emperyalistlerin, bölücülerin karşısındaki en büyük engeldir. Dolayısıyla bunların milliyetçiliği anlamayı bırakın milliyetçiliğe dair olumlu bir ifade etmesi dahi düşünülemez. Türk düşmanlarının emir eri gibi çalışmayı onlar, Türk milletine ve Türk milliyetçilerine karşı, dayandıkları bu çarpık zihniyetler ile gizlemeye çalışırlar. Maalesef sayıları çok az olmasına rağmen Türk televizyonlarında en çok bunlar konuşurlar, şatafatlı gazetelerde bunlar yazarlar, sosyal medyada bunlar ahkâm keserler. Bir kısım sermaye, bir kısım medya ve bir kısım akademinin desteğiyle Türk’ün kimlik ve milliyetçilik bilincini yok etmek isterler. Karşılarında direnecek, onlara dur diyecek kuvvet Türk milliyetçileridir. Bu gerçeğin farkındadırlar. Çünkü biliyorlar ki, Türk milliyetçileri ne pahasına olursa olsun Türk milletini korur, kollar. Gerektiğinde Türk milleti için canlarını feda ederler. Bu yüzden tüm saldırılar, Türk milliyetçilerine yöneltilmiştir. Bu cephe çökerse amaçlarına daha kolay ulaşabileceklerini düşünüyorlar.
Türkiye’de milliyetçiliği ve milliyetçileri doğru anlamak için Türk milletinin tarihini, edebiyatını, kültürünü çok iyi bilmek gerekir. Bu bilgiden ve Türk düşüncesinden yoksun, temelsiz ve dayanıksız, basmakalıp ifadelerle milliyetçilik okuması yaparsanız, “milliyetçilik faşizmdir, milliyetçilik ırkçılıktır, milliyetçilik kavmiyetçiliktir” gibi cahilce ithamlarda bulunur, söz israfı yaparsınız. Ancak Türk milliyetçisiyseniz bu ithamlar karşısında hem şaşırır hem kızarsınız. Çünkü siz ne faşist ne ırkçısınızdır. Bilakis insanı yücelten ve yükselten bir medeniyetin evladı olduğunuzu bilirsiniz. Bu sebeple kendinizden daha önce gördüğünüz vatanınız, milletiniz, bayrağınız ve ülkünüz için her türlü fedakârlığı yapmaya hazırsınızdır. Dâhilî bedhahların yaptığı saldırılar sizi yıldırmaz, güçlendirir. Siz her şeyden önce Türk’ü sevip yükseltmek isterken, Türk’ün üzerine titrerken bu tür saldırılar sizi üzebilir ama onların faşist veya ırkçı demesiyle öyle olmazsınız, vatan ve millet sevdanızdan bir şey eksilmez. Gerçi Türk milliyetçilerine faşist, ırkçı, kafatasçı damgası vuranların gerçek hedefi Türk milletidir, bunların suçladıkları ırkçılık değil Türk olmak, Türk’ü sevmek ve Türk’ü savunmaktır.
Liberallerin, komünistlerin ve bilumum bölücülerin Türk milliyetçilerini itham ettikleri “faşistlik” her türlü mesnetten yoksun bulunan, afakî değerlendirmelerden ve genellemelerden öteye gidememiştir, gidemez de. Komünistler Marks’ın Das Kapital’ini kutsal bir kitap gibi okuyorlar, mitinglerde Lenin, Stalin, Mao’nun resimlerini başköşeye asarak önlerinde saygı duruşu yapıyorlar. Orak çekiç flamaları taşıyorlar. Bir de faşist dedikleri Türk milliyetçilerinin yürüyüşlerine, gösterilerine bakın. Bir tane yabancı liderin, fikir adamının resmine, bir tane gayrı millî sembol ve slogana rastlayabilir misiniz? Türk milliyetçileri eğer gerçekten faşist olsalardı, teşkilatlarını Mussoli’nin, Hitler’in, Franco’nun resimleriyle donatmazlar mıydı? Hitler’in “Kavgam”ını, Mussolini’nin “Faşizm”ini ellerinde kutsal bir kitap gibi taşımazlar mıydı? “Ne Amerika ne Rusya ne Çin/ Her şey Türk’e göre her şey Türklük için” demek yerine faşizm sloganları atmazlar mıydı? Komünistler Marks’ı, Engels’i, Lenin’i, Stalin’i, Mao’yu nasıl baş tacı yapıyorsa, Türk milliyetçileri de Bilge Kağan’dan Atatürk’e kadar Türk büyüklerine bağlanmak yerine Avrupa’nın faşist lider kadrolarına bağlanır, “Ey Türk titre ve kendine dön!” demek yerine faşizmin sloganı olan “İnan, itaat et, savaş” diye bağırırdı. Mitinglerde Türk bayrağı veya üç hilalli bayrak yerine Hitler’in Svastikasını (Gamalı Haç) taşırdı. Gençliklerini, heyecanlarını, sevdalarını, geleceklerini hatta canlarını Türk milletinin ve Türklüğün bekası için seve seve feda eden Türk milliyetçilerine ve Ülkücülere faşist demek nasıl kör bir cahilliktir?
Bir fikir hareketi olarak Türk milliyetçiliği, müfterilerin dilindeki gibi ırkçılık veya kan üstünlüğü üzerine inşa edilmemiştir. Türk milliyetçiliği, yok edilmek istenen ve bütün dünyanın bölüp parçalamak için gözünü diktiği bir milletin umudu, iradesi ve kararı olarak maşeri vicdandan doğmuş, her Türk evladının milletine karşı duyduğu bir görev olmuş, büyük fedakârlıklar ve mücadelelerle yoğrulmuş bir harekettir. Türkler; tarihî ve sosyal gerçeklikler üzerine yükselen Türk milliyetçiliği sayesinde dünya milletleri içinde gurur duyacakları Türklüğe mensup olmanın şuuru ile gelecek ülküsünü tasavvur etmişlerdir. Türk milliyetçiliği, gerek kültürel karakteristiği gerekse tarihî tecrübeleri itibariyle kendine has özellikler taşıyarak Batı’nın hastalıklı ve çarpık milliyetçilik anlayışlarından farklılık göstermiştir. Bu sebeple Türk milliyetçiliğini Alman Nazizmi veya İtalyan faşizmiyle mukayese etmek, hatta bu iki gayri insani, gayri ahlaki hareketle aynı şekilde değerlendirmek bir akıl tutulmasıdır. Türkler, tarih boyunca birlikte yaşadığı ve ilişki kurduğu toplulukların gözünde muteber bir kuvvet ve kudrete sahip olmuştur. Bundan dolayı Türk milliyetçilerini aşağılık duygusuna sokacak ne Alman Nazileri gibi Holost’u vardır ne İtalya faşistleri gibi Yekatit 12 katliamı vardır ne de Sovyet komünistleri gibi büyük temizlik yılları vardır. İnsanı değerli bir varlık, yaratılanların en şereflisi olarak görmeyen bir zihniyet her zaman acı, kan ve gözyaşı ile hatırlanır. Irkçılığın temel çıkış noktası da budur. “Yaratılanı severiz Yaratandan ötürü” diyen bir anlayışın evladı olan Türk milliyetçileri, millî kültürünün değerleri ve millî terbiyenin gerekleri dolayısıyla asla ırkçılığa geçit vermemişlerdir. Bilakis tarih boyunca mazlumlara kol kanat germiş, himaye ve adaletle hükmetmiş, “istila eden” değil “beklenen” Türk olmuştur. Böylesi muhteşem bir tarihin varisi olan Türk milletinde başka din veya ırka mensup insanları yok etmek gibi gayri insani bir düşünce uygulamayı bırakın, böyle bir düşünceye dahi sahip olunamaz. Türk milliyetçilerine faşist ve Nazi iftirası atan alçaklar, gerçekten iyi bir tarih okuması yapsalardı Türk milliyetçilerinden Nazi çıkaramazlardı, Türk milliyetçiliğiyle faşizmi mukayese dahi edemezdi. Ziya Gökalp, Erol Güngör, İbrahim Kafesoğlu, Galip Erdem, Mehmet Eröz, Seyyid Ahmet Arvasi gibi Türk milliyetçiliği kuramcıları ırkçılığı reddetmiş, Türk milliyetçiliğinin vasfını ırk anlayışında değil; tarih, kültür ve medeniyet dairesinde mütalaa etmişlerdir.
Kader birliği yapan, aynı duyguları paylaşan ve birbirlerine sevgiyle bağlanan bir milletin evlatlarının şahsî isteklerini ve nefislerini bir kenara bırakarak mensup olduğu milletle ilgili yüksek bir ülküye sahip olmaları son derece doğal bir durumdur. Türk milliyetçiliği de Türk milletinin varlığını ebed müddet devam ettirmek, Türk milletine bağlılık duymak ve onu ilerletmek arzusudur. Dolayısıyla Türk milliyetçiliğinin temelinde başka milletlere duyulan kin veya nefret değil, Türk milletine derinden beslenen sevgi vardır. İnsanıyla, kültürüyle, tarihiyle, diliyle, edebiyatıyla, sanatıyla, inancıyla kısaca tüm millî varlığıyla Türk’ü sevmek, onu korumak ve yükseltmek istemenin, her hâl ve şartta Türk milletinin menfaatlerini savunmanın adı nasıl faşizm olur, nasıl ırkçılık olur?
Büyük Türkçü Ziya Gökalp, “Türkçülüğün Esasları” adlı eserinde “Şecere atlarda aranır” diyerek Türk milliyetçiliğinin ırkçılık temeline dayanan bir dünya görüşü olmadığını ifade etmiştir. Buradan yanlış bir mana asla çıkartılmamalıdır. Gökalp, Türk milliyetçiliğinin ırkçılığa dayanmadığını ifade ederken, Türk milletini antropolojik anlamdaki ırkla tarif etmediğini belirtmiştir. Gökalp’ın ortaya attığı “Türkleşmek” prensibi de dilde, kültürde, tarih anlayışında ve soy şuurunda Türkleşmeyi esas almıştır. Ancak bir kısım cahiller, bir kısım ruh hastaları ve bir kısım hainler Gökalp’ın antropolojik olarak Türkleşmekten bahsettiğini ve ırkçılık yaptığını iddia ederler. Irkçılık, belli bir ırka mensup olanların ırksal özelliklerinin diğer insanlardan üstün olduğunu, diğer milletlerin de biyolojik-genetik olarak kendilerinden daha aşağı olduklarını ispat etmeye çalıştığı antropolojik bir kavramdır, kaynağı da “Aryanizm”dir. Avrupa’nın gelenekselleşmiş olan ırkçılık zihniyeti, 20. yüzyıldaki faşist ve emperyalist politikalarla birleştikten sonra bazı milletler kendi ırkının üstünlüğünden ve “aşağıda kalmış” milletleri ancak kendi ırkının kurtarabileceğinden bahsetmeye başlamışlardır. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Avrupalılar tarafından yazılan eserlerin çoğunluğunda ırkçılığın bilimsel çalışmaları yapılmış, Avrupalı beyaz adamı en üstte gösteren etnik haritalar yayımlanmış, insanları ırklarına göre tasnif etmenin ve yok etmenin bilimsel, programlı ve modern yöntemlerle planlandığı bir dönem yaşanmıştır. Avrupalı beyaz adamın bütün dünyanın üzerinde bulunduğunun ve aşağıda olanları köleleştirmesinin en tabii hakkı olduğunun savunulduğu bu dönemde, Türk milliyetçileri antropolojik manada ırkçılık esasına dayanan bir dünya görüşünü reddetmişlerdir. Türk milliyetçileri, Türk milletini derin duygularla sevmişler, ona sonsuz bir bağlılık duymuşlar, Türklüğü canlarından aziz bilmişler, onun ebediyen yaşaması, yükselmesi ve yücelmesi ülküsünü benimsemişlerdir. Binlerce yıllık tarihimizin, kültürümüzün, dilimizin, edebiyatımızın, sanatımızın ruhunu kuşanmışlar, Türk milliyetçiliği kuramlarını bu ruh ile yükseltmişlerdir. Çünkü Türk milleti; tarihiyle, kültürüyle, diliyle, duygu ve düşünce dünyasıyla, ahlakî yapısıyla, iman ve inancıyla, medeniyet telakkisiyle, hayat felsefesiyle, dünyaya nizam vermiş ülküsüyle, millî değerleriyle büyük bir millettir. Dolayısıyla Türk milliyetçileri; Türk tarihinde büyük ve yüksek meziyetleri olan şahsiyetleri ve şanlı bir maziyi bırakıp da, gayri millî ve gayri insanî akım ve doktrinleri kendine rehber edinmezler. Buna tenezzül etmezler. Bunu ancak Türk’ün büyük tarihini ve millî telakkisini idrak edemeyen, millî düşünceden ve ülküden kopmuş zavallılar yapar. Liberaller, komünistler, sömürgeciler, teslimiyetçiler… Kendi milletlerini, kendi tarihlerini, daha doğrusu özünü bırakıp yabancılaşmış aydın müsveddeleri… Bunların benimsedikleri siyaset, rehber edindikleri liderler, anlattıkları masallar gayri millîdir. Türk milliyetçileri ise faşizmi ve Nazizmi asla benimsemezler. Bir Türk’ün milliyetçi olması onun tarihini ve medeniyetini sahiplenmesinin, milletini sevmesinin doğal bir sonucudur. Faşizm ve Nazizm, Hitler ve Mussolini ile başlamamıştır. Hitler ve Mussolini, Alman ve İtalyan milletlerinin sosyal, tarihî ve siyasî şartlarının birer sonucudur. Hitler’in Nazizmi, Cermen ırkını tüm ırklardan üstün görüyor, Cermen ırkının dışında kalan ırkların aşağılık ve kötü vasıflar taşıdığına inanıyordu. Mussolini’nin faşizmi ise Katolik İtalya’sına değer veriyor, Roma İmparatorluğunun varisi olan devleti üstün kılıyordu. Gerek faşizm gerekse Nazizm Türk tarihinin mirasına, Türk milletinin şahsiyet ve değer yargılarına aykırıdır. Türk milliyetçilerinin milliyetçilik kaynağı; Hitler, Mussolini, Franco değil; Türk milletinin binlerce yıllık ülküsü, kahraman ataları, kültür ve medeniyet telakkisi ve birbirinden muhteşem zaferler barındıran şerefli tarihidir. Türk milliyetçileri, bu esas üzerinde Türklük şuurunu kazanmışlar, Türklük mensubiyetini idrak etmişler, samimiyetle Türklüğe karşı sevgi besleyen, bağlılık duyan insanları Türk olarak kabul etmişlerdir. “Türk kimdir?” sorusunun cevabını laboratuarlarda, genetik testlerinde, kan tahlillerinde aramamışlardır. Kendi ırkında biyolojik üstünlükler olduğunu iddia edip başka milletleri tahkir eden, aşağıda gören antropolojik ırkçılık Türk milliyetçiliğinin yanından bile geçemez. Milliyetçilik her şeyden önce ırkçılığa karşı bir duruştur. Çünkü ırkçılık, “yok ederek” kendini var ederken milliyetçilik, “kucaklayarak” var olur. Türk milliyetçileri; Nazist Hitler’in, komünist Stalin’in, faşist Mussolini’nin, emperyalist Wilson’un “insan sevgisi” tanımaz, zalim, ırkçı ve sömürgeci anlayışlarının karşısındadır. Türk milliyetçiliği; kuşatıcı, kucaklayıcı, maneviyatçı, akılcı, adil, demokratik, muasır ve kültürel bir zemin üzerinde ilerlemektedir.
Başbuğ Alparslan Türkeş, Nihal Atsız, Hüseyin Namık Orkun, Zeki Velidi Togan, Nejdet Sancar, Ferit Cansever, Fethi Tevetoğlu, Reha Oğuz Türkkan gibi Türk milliyetçileri 3 Mayıs 1944’te ırkçılıkla, faşistlikle suçlanmış, Türk birliği ülküsü olan “Turancılık” yapmak suçundan (!) yargılanmışlardır. Tabutluk denilen dar hücrelerde 1500 mumluk ampul altında tutulmuşlar, çeşitli işkencelere maruz kalmışlardır. Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, 19 Mayıs 1944 tarihinde Gençlik ve Spor Bayramı nedeniyle verdiği nutukta Türk milliyetçilerini “fesatçılık, gizli fesat tertip etmek” ile itham etmiş, devrin gazeteleri ve köşe yazıları ise Türk milliyetçilerini “ırkçılık, Nazilik, millî birlik düşmanlığı, kan tahlilciliği, kan arayıcılığı, sergüzeştçilik, gizli teşkilatçılık” ile suçlamışlardır. Tarihimize “Irkçılık-Turancılık Davası” olarak geçen bu olaylarda tutuklanan, tabutluklara konulan, işkence gören insanların suçu (!) Türk milletine duydukları derin sevgiydi. Dünya Türklüğünün bir ve beraber olmasını istemeleriydi. Türk milletinin müreffeh ve müstakil bir şekilde yaşamasını arzu etmeleriydi. Ancak bu karalamalar, iftiralar, yalanlar 44 Olaylarıyla sınırlı kalmamıştır. 1970’li yıllara gelindiğinde Başbuğ Türkeş ve Türk milliyetçilerinin kalesi MHP’ye yönelik komünist ve bölücü saldırılar hız kazanmış, Başbuğ Türkeş, MHP ve Ülkücü kadrolar faşistlikle, Nazistlikle, ırkçılıkla suçlanmış; açıkça Sovyetlerin uydusu olmak isteyen, Marks’ı, Lenin’i, Stalin’i lider olarak kabul eden komünistlerin gazete ve dergilerinde Türk milliyetçiliği ve Ülkücülük, faşizm ve Nazizm ile aynı potada değerlendirilmiş, Türk milletini canından, istikbalinden, gençliğinden daha çok seven milyonlarca ülkü eri “faşistlikle, Nazistlikle, ırkçılıkla” suçlanmıştır. Başbuğ Türkeş, 15 Mayıs 1972 tarihli “Nazizm, Faşizm Suçlamaları ve Türk Milliyetçiliği” başlıklı yazısında, komünistlerin MHP ve Ülkücü kadrolara attıkları bu iftirayı şöyle açıklamıştır:
“Bunların Türkiye’de durmadan tekrarladıkları iki “öcü” vardır. Biri “Nazizim”, diğeri de “Faşizm”. Her fırsatta ayaklanırlar. “Faşizme karşı el ele”, yahut “Irkçılar, kafatasçılar memleketi bölüyor” diyerek yaygara koparırlar. Böylece kendileri, Hümanizmi (insaniyetçilik), demokrasiyi, eşitliği savunan, bu kavramları korumak için çabalayan kişiler gibi gözükürler. Sol basın, solun kontrolündeki radyo ve yalınkat aydınlar da koroya katılıp Faşizme ve Nazizme karşıyız diye veryansın ederler. Böylece komünizm meşru ve mübah hale getirilir.”
Başbuğ Türkeş’in ifade ettiği gibi Türk milletine sevdalı Ülkücüleri “faşist, Nazist” olarak göstermeye çalışan komünistler, kendilerini “hümanist, demokrat, özgürlükçü” olarak tanıtarak komünizmi meşru hale getirmeye çalışmışlar, gerçek yüzlerini kulağa hoş gelen bu kavramlarla maskelemişlerdir. 12 Eylül darbesinin zulüm mahkemelerinde de MHP ve Ülkücü kadrolar “faşizm” ile suçlanmıştır. Hukukun rafa kaldırıldığı bu mahkemelerde Türk milliyetçileri ve Ülkücüler ile birlikte “Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz.” diyen Atatürk’ün de mensup bulunduğu ve Türkiye Cumhuriyetinin kurucu fikri olan Türk milliyetçiliği çeşitli iftiralarla itham edilmiş, garabet iddialarla yargılanmıştır. 587 Sanıklı, “MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası”nın iddia makamında olan ve milliyetçi düşmanlığıyla bilinen Nurettin Soyer, Türk milliyetçiliği için normal ve tabii sayılan bazı duygu ve düşüncelerin “faşizm” olduğunu iddia etmiş, 220 milliyetçi ve Ülkücünün idamını istemiş, milliyetçi düşünceyi bir daha toparlanamayacak şekilde toplumsal hayattan silmeye çalışmıştır. Nurettin Soyer’in iftira ve ithamları karşısında Başbuğ Türkeş’in cesur ve kararlı savunması, hem 12 Eylül’ün hem Soyer’in Türk milliyetçileri ve Ülkücüler üzerindeki gerçek emelini ortaya koymuştur:
“Türk milletinin en meşru ve haklı ideolojisini, devlet kurulduğu günden beri anayasasında yer almış bulunan Türk milliyetçiliğini Marksist bir mantık ve zihniyetle değerlendiren, milliyetçiliği faşizm olarak gören, 220 idam talebini muhtevi şu iddianameye bakarak insan, yoksa MHP ve Ülkücüler Davası, solcu hıyanet ve terör örgütlerinin giriştiği katliamı ikmal operasyonu mudur, diye düşünmekten kendini alamıyor. Milli ülkü ve değerlerin, Türk milli menfaatlerinin, Türkiye Cumhuriyeti kanunlarının emrinde ve hizmetinde olması gereken iddia makamı, her türlü hukuki endişelerin ve ahlaki kayıtların dışına çıkarak ortaya koyduğu iddianame isimli bu iftiranamesi ile kendisini, komünist ve bölücü çetelerin katliamından hasbel kader kurtulmuş olanların da ipini çektirerek yarım kalmış olan komünist planını hedefine ulaştırmada mı görevli saymaktadır?”
Yüzlerce Ülkücü sırf vatanını ve milletini sevdiği için C5’lerde işkenceye maruz kalmış; Selçuk Duracık, Mustafa Pehlivanoğlu, Fikri Arıkan, Halil Esendağ, Cengiz Baktemur, İsmet Şahin, Ahmet Kerse, Cevdet Karakaş, Ali Bülent Orkan Türk milletini sevmenin bedelini darağaçlarında ödemişler, bu kutlu ülkü uğrunda şehit olmuşlardır. Faşizmle, Nazizmle, ırkçılıkla suçladıkları Türk milliyetçileri ve Ülkücüler bu ülke için, bu millet için bedel ödemiş bir hareketin şerefli mensuplarıdır. Türk milliyetçiliği, milliyetçiliğin hor ve hakir görüldüğü, suç sayıldığı dönemlerden bugünlere kadar şeref, izzet ve onurla gelmiş; cesur ve kültürlü Türk aydınları, Ülkücü gençlik ve MHP kadroları Türk milliyetçiliğine atılan faşist, Nazi, kafatasçı, ırkçı gibi ağır suçlama ve iftiraları bertaraf etmiştir. Türk milliyetçiliği hareketinin gerisinde baskı, haksızlık ve hain tertiplere karşı direniş, şahadetle müşerref olmuş şanlı bir tarih, Başbuğ Türkeş’in cesaret, inanç ve kararlılıkla gösterdiği liderliği vardır.
Bugün Türkiye’de neoliberaller, neomarksistler, kozmopolitler, bölücüler televizyonlarda, gazete köşelerinde, sosyal medyada Türk milliyetçilerine, Ülkücülere “faşist, ırkçı” iftirası atmaya devam ediyorlar. Ancak bunun dışında “Ben Rum’um, ben Ermeni’yim” demeyi ise özgürlük olarak kabul ediyorlar. PKK terörünün katliamlarını bir kez dahi lanetleyemeyenler, bir söz, bir tepki gösteremeyenler, bir kez olsun “Kahrolsun PKK!” diyemeyenler Türk milliyetçilerini “faşist, ırkçı” olmakla suçluyorlar. Ben de buradan diyorum ki, esas faşist, esas ırkçı bunlardır. Türk milletinin ruh ve şuur manasına yabancı, millî ve manevî hasletlerine, binlerce yıllık millî kimliğine düşmandırlar. Türk milliyetçilerinin varlığı elbette kendilerine Türk milletini çözme, dağıtma ve parçalama misyonu edinenleri rahatsız etmiştir, etmeye de devam edecektir. Bu yüzden bunların düşmanlığı ancak Türklüğe ve Türk milliyetçilerine karşı olmuştur. Biz Türk milliyetçileri ve Ülkücüler olarak, yıllardır devam eden bu yalan ve iftiralara karşı Türk milletinin tarafında olmaya devam edeceğiz. Türklüğün tam bağımsızlık, kalkınma ve yükselme ülküsünü azimle devam ettireceğiz.