HOŞ GELİYORSUN KIYMETLİ RAMAZAN AYIMIZ
Şu anda bu yazıyı okuyabiliyorsak, şanslıyız demektir.
Gazetelerde, TV’lar da, sosyal medyada, o kadar çok karmaşık arabesk haberle karşılaşıyoruz ki, bu karmaşa denizi içinde bazı şeyleri “zaman içinde” kanıksamış görünüyoruz.
İş, eş, aş, telaş derken günler günleri kovalıyor.
Doğumlar, ölümler, tatilller, hastahaneler, sevinçler, hüzünler gözümüzün önünde cereyan ediyor.
Sevinirken hüzünleniyor, gülerken gözyaşlarımız birbirine karışıp gidiyor.
Vefalar, vefasızlıklar, yardım yapanlar, çalan çırpanlar
Ayrılıklar, kavuşmalar o kadar hızlı gelişiyor ki,
Artık, sadece akıştaki olayları donuk gözlerle izlemeye başlıyoruz.
***
Ayrılıklar denince, en çaresizi “ölümdür.”
En büyük sermayenin yitirilmesidir. Çok değer verdiğine artık vedadır. Dünyadan artık uzaklaşmaktır.
“Ey dünya, bundan sonra ne sen beni görürsün, ne de ben seni. Bitti.” diye haykırmanın, son anıdır.
Tam da burada yazalım:
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
“Ölmek felaket değildir. Öldükten sonra başına gelecekleri bilmemek, tedbirini almamak felakettir.”
***
Ve kavuşmak,
Hayat akışımız içinde, hepimize sunulan fırsatlar vardır.
Kavuşmalara doğru koşmaktayız.
Bunlardan biri de her zamana hoş gelen “Ramazan Ayıdır.”
…
Hoş geliyorsun, gönlümüzün sultanı Ramazan Ayı.
Kucakla bizi. Kaybolalım sende. Sar bizi, Doğ gönlümüze.
Bak çevrene, nasipsizler dünya için, para için, her değeri, herkesi yeme derdinde.
***
Gelelim, gerçeğe.
Peygamber Efendimiz şöyle buyurdular:
“Ey Müslümânlar! Üzerinize öyle büyük bir ay gölge vermek üzeredir ki, bu aydaki bir gece ki, bu Kadir gecesidir, bin aydan hayırlıdır."
“Bir kimse, Ramazân ayında oruç tutmayı farz (vazîfe) bilir ve orucun sevâbını, Allahü teâlâdan beklerse, geçmiş günâhları affolur.” (Buhârî)
***
Hadîs-i şerîflerde, “Oruç tutan sağlıklı olur” (Taberânî) ve “Her şeyin bir zekâtı vardır. Vücûdun zekâtı ise oruçtur” (İbn-i Mâce) buyuruldu.
***
Bu müjdeler hepimize ayrımsız olmak üzere gönderilmiştir. Kavuştuk büyük imkâna. Ne var ki bu satırlardan bazı nefsler rahatsız da olabilir.
Bir beyt var Mektubat'ta, ne güzel :
'İyiliğe elverişli olmayan kimse,
Faidelenemez, Peygamber'i dahi görse.'
***
Büyük, kıymetli bir Ehli Sünnet alimi buyurdu ki:
“Efendim, her bayram kıymetine göre, o kadar gün sürer.
Mesela, Ramazan Bayramı üç gün, Kurban Bayramı ise dört gün sürüyor.
Efendim, bu öyle bir bayram ki, tam otuz gün sürüyor.
Çünki, her gün yüz binlerce insan afv olunuyor, kabirdekiler Cennete giriyor. Dünyadakilerin günahları siliniyor, bundan daha büyük bayram olur mu?
Onun için, her günü çok kıymetli olarak, her gün afv olmuşların içine kendisini de dâhil edebilmelidir.
Akşam olduğu zaman; Eyvah! Bugün de bayramın bir tanesi gitti. Ertesi gün akşam olduğu zaman; Ah, bir gün daha gitti demek suretiyle, her günün her saatini, her gecesini, çok kıymetli bilip, ona göre değerlendirelim.
Çünki, şu kıymete bakın ki; Ramazan-ı şerifte yapılan nafile ibadetlerin sevabı, Ramazan-ı şerif dışında yapılan farzlar kadar oluyor. Bu, yalnız bu ümmete mahsustur. Ya bir farza, kaç yüz katı kadar sevap veriliyor.
Onun için bu ayda, çeneler kapanmalı. Yani, ağızdan değil gıybet, yalan, kötü laf, boşuna dünya lafı bile çıkmamalı. Nasibi varsa eğer, hayırlı şeyi yapmalı, hayırlı şeyi söylemeli. İlm öğrenmeli, vakit oldukça Kur'an-ı kerimi çok okumalı. Ziyaretler yapılmalı, gönüller alınmalı. Hediyeleri çok vermeli.”
***
Yazımızın ana teması, vedalar ve kavuşmalardı.
…
Anne ve babamı, kayınvalidemi ve kayınpederimi,
Dedelerimi ve ninelerimi, arkadaşlarımı eş dost yakınlarımı bu dünyadan istemeyerek uğurlamış biri olarak, sıranın da (her an) bana geldiğini adım gibi biliyorum.
***
Bu dünyadayken kavuştuğumuz bu mübarek ramazan ayını, bir şans olarak görmeliyiz
…
Ramazanın her gününü, BELKİ bir daha HİÇ kavuşamayacağımız, bir fırsat olarak görebilmek gerekir.
Ramazanın her gününün bayram olduğunu biliyoruz.
Hoş geldin Ramazan ayımız.
Hoş geldiniz 33 gün sürecek muhteşem bayramımız.
***
Sizleri tarihin derinliklerinden bir hatıratla baş başa bırakıyorum efendim.
ŞEYH ŞAMİL
Şeyh Şamil’i duymayanımız yoktur.
Şeyh Şamil, Meşhûr Kafkas kahramânı, âlim ve velî.
Rusların, Kafkasya'da ortadan kaldırmak istediği İslâmiyeti, tekrar ihyâ etmek, yaymak için uğraşan, Kafkas-Rus mücadelesinin en unutulmaz siması ve düzenli Rus ordularını dize getiren büyük mücahit. Onun hayatından bir bölüm:
…
“Şeyh Şâmil, büyük bir îtinâ ile bütün şartlarına azami titizliği göstererek haccını yaptıktan sonra, ömrünü O'nun sünnet-i saniyesini yaymak için uğraştığı, bu uğurda ölümü göze aldığı, sevgili, muhterem, mübarek Peygamberi, iki cihanın efendisi Muhammed aleyhisselâm huzur-ı şeriflerine gitmek için, nurlu Medine yollarına düştü. Her an aşkıyla yandığı efendisine yaklaşıyor, şimdiye kadar içinde kopan fırtınalar her geçen saniye daha da şiddetleniyordu.
Medîne-i münevvere görünmeye başladığında oldukça heyecanlanan Şeyh Şâmil, toprağa kapanarak, hocası Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin şu şiirini terennüm etmeye başladı.(O muhteşem şiirin bir bölümünü buraya alıyorum)
"Ey günahlılar sığınağı, sana sığınmaya geldim!
Çok kabahatler işledim, sana yalvarmaya geldim!
Karanlık yerlere saptım, bataklıklara saplandım,
Doğru yolu aydınlatan, ışık kaynağına geldim.
Çıkacak bir canım kaldı, ey bütün canların cânı!
Uygun olur mu söylemek, cânımı fedâya geldim.
Derdlilere tabîbsin, ben ise gönül hastası,
Kalb yarama devâ için, kapını çalmağa geldim.
Cömerdlerin kapısına, bir şey götürmek hatâdır.
Basmakla şeref verdiğin, toprağı öpmeğe geldim.
Günahlarım çok, dağ gibi, yüzüm kara, katran gibi,
Bu yükden ve siyâhlıkdan, tamâm kurtulmağa geldim.
Temizler elbet hepsini, ihsân deryândan bir damla,
Gerçi yüzüm gibi kara, amel defterimle geldim.
Kapına yüz sürebilsem, ey cânımdan azîz cânân
Su ile olmayan işler, hâsıl olur o topraktan."