110 YIL ÖNCE, 253 BİN ŞEHİTLE YAZILAN ÇANAKKALE DESTANI
Dur yolcu, bilmeden gelip bastığın, Bu Toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın, Bir vatan kalbinin attığı yerdir!
(N. H. Onan)
***
110 Yıl Önce 253 bin şehit verdiğimiz bir destanı kağıda dökebilmek imkansız.
1915 Yılı. Çanakkale'de 315 bin askerimiz vardı. Bu askerlerimizin 253 bini şehit oldu.
Bu gün, 253 bin şehidimizi, tüm şehitlerimizi ve O kahramanları yetiştiren anaları babaları rahmet, minnet ve dualarla anıyoruz.
Çanakkale bir destandır. Bu destan, ciltlere sığmaz, ancak kalplere sığar.
Çanakkale, 315 bin kahramanımızın destanıdır.
***
10 yıl önce, 12 Nisan 2015 günü Çanakkale’yi ziyarete gitmiştik.
Oraları rehberimizle gezerken, Çanakkale’de bizzat duyduğum ve hikâyesini öğrenip yazdığım bir gezi-anı- hatıra yazısıyla tekrar karşınızdayım.
***
ŞAHİNDERE ŞEHİTLİĞİ
Şahindere Şehitliğindeyiz. Yüreklerin, fikirlerin, sevdaların, hasretlerin, dünya sınavının son bulduğu bir cennet bahçesindeyiz.
O zamanlar Şahindere sargı yeri, (seyyar hastane ) yani tedavi yeridir. Hastahane derken, hastahanemiz açık alanda ağaçlarla, çalılarla kaplı bir bölgeden bahsediyoruz.
İleride Arı burnu ve Güney cephesi, cephe gerisinde dere yataklarının kenarlarında tedavi yerleri kurulmuş. Buralarda en gerekli olan da su. O nedenle dereler bizim başlıca hijyen, hayat kaynağı noktamız olmuş. Bunlar 110 yıl önceki, 1915 imkânlarımız.
Yokluklar her yanımız sarmış o zamanlar. Silah, mühimmat, araç gereç, ilaç yemek içecek, yol, doktor, hasta bakıcı, sargı bezi, uyuşturucu morfin, yok denecek kadar az.
En büyük sorun, zamanımız az, kısa zamanda yaralımız çok.
Askerlerimiz cephede bir taarruza kalktıkları zaman veya bir saldırıyı püskürttükleri zaman, birkaç saat içinde on binlerce askerimiz yaralanıyor. Yaralanan yiğitlerimizi, içerideki sargı yerlerine tedavi için getirmek ayrı bir sorun. Cepheye mühimmat, at arabası veya öküz arabasıyla taşınıyor, geriye dönüşlerde, yaralıları ot yatakları üzerinde bu arabalarla geri taşıyorduk.
Ağır yaralılar zaten kan kaybından şehit oluyordu. Ağır yaralılara yapılabilen tek şey, ağaç diplerinde bırakılıyor, iyi olabilecek askerlerin tedavileri ise sağlanıp tekrar cepheye gönderiliyordu. Vatan herkesten hizmet bekliyordu. Tedaviye getirilen Ağır yaralılara vakit bulunabilirse bakılacaktır.
Ağır yaralıların en büyük sorunu da, sinekler ve kurtçuklar tabi ki, tek istekleriyse, sadece bir dua. Bir de şehit olabilmektir. Kol bacak kopmuş. Bir hilal uğruna şehitlikten gayri ne istenir ki?
DOKTOR SALİH BEY
Orada görev yapan doktorlardan biri de Askeri Doktor Salih (Dörtbudak) Beydir.
Salih doktor, gece gündüz yaralılarla uğraşmakta, can siperane hizmet vermektedir.
Salih doktorun önüne sedye ile genç bir yaralı getirilir. Karnı parçalanmış bağırsakları dışarıda, bir bacağı da kopmak üzere, her tarafı kan toz toprak içerisinde. Bu yaralıyı Doktor Salih Beyin önüne koyarlar. Salih Bey, gelir yaralıya bir bakar, durumu çok ağırdır. Askerlere emir verir, kaldırın bu yaralıyı, bir kenara bırakın der. Kafasını çevirmek üzereyken, yaralı asker son bir gayretle, doktora sesini duyurmak üzere iç burkan bir haykırmayla sesini duyurur:
-Baba, babacım!
Salih Bey bu sesi duyunca, dona kalır. Birden döner, bakar şöyle, tanıyamamıştır oğlunu, önünde paramparça yatan oğludur. Bir hançer daha sokulur Doktor Salih Beyin yüreğine, boğazı düğümlenir, konuşamaz,
Gördüğü kişi, paramparça yaralı biricik oğludur.
Evladına sarılıp, öpüp koklamaya başlar,
-Oğlum, benim oğlum! Bu benim oğlum!
Ne var ki, yüzlerce yaralı Mehmetçik sırada, hatta ameliyat masasına bir yiğit yatmış, Salih Beyi beklemektedir.
Salih Bey, bir bakar etrafına, Mehmetçikler derman, vatan da hizmet beklemektedir.
O halde baba mıdır, doktor mudur? Bir karar vermek zorundadır Salih Bey,
-Bu benim oğlum, oğlumu gölge bir yere kaldırın.
Salih bey, tekrar tedavi bekleyen diğer Mehmetçiklerle ilgilenmeye başlar.
Saatler sonra, bir boşluk bulduğunda biricik oğluna bakmaya gider,
Bakar ki oğlu Çanakkale’de, on binlerce şehit olan Mehmetçikten birisi olmuştur.
Doktor Salih Bey, Çanakkale’de oğlunu diğer Mehmetçiklerden ayırt etmemiştir.
Şahindere sargı(tedavi) yerine gelen, 2177 yiğit, son nefesini orada verip, şimdide orada yatmaktadır. O gün her biri için, mezarlarına bir taş parçası konarak yerleri belirlense de günümüzde kaybolmuştur.
Bir tane şanslı şehit vardır. O da Mustafa Teğmendir. Mustafa Teğmen yaralanır ve Şahintepe sargı yerine (tedavi yeri) gelir. Kurtarılamaz ve O’da şehit olur. Buraya da defnedilir. Mustafa Teğmen’in babası da Kuzey cephesinde askerdir. Evladının şehit olduğu haberi üzerine gelir ve evladının defnedildiği yere bir işaret bırakır. Savaş sonrası oğlu kabri üzerine demir parmaklıkla çevirir. Bir mezar taşı diker. Yeri belli olan şanslı tek şehidimizdir. Aynen aşağıdaki puntolu yazılar taşta vardır.“18 Eylül 1915 Vatanın Şanslı ve Genç Şehidi 30.Alay 10.Bölük Mülazım-I Sanisi(Teğmeni) Ali Sadi Efendi (Oğlu) Mustafa Efendi Ruhuna Fatiha”
***
Şahindere’de, 2005 Yılında Orman Bakanlığı’nca şehitlerin hatırasına sembolik bir şehitlik yapılmış. Ay ve Hilalin ortasında Selçuklu mimarisiyle gökyüzüne uzanan ve ucuna doğru sivrileşen bir anıt vardır. Şehitlerin ruhunun yüceldiğini anlatır. Minareyi andırır. 2177 kişiden 1969 tane şehidimizin adları daha sonra belirlenebilmiştir.
***
18 Mart 2025 tarihi mübarek Ramazanı şerif ayına denk geldi. Çok duygusal bir atmosferdeyiz.
Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber,
Sana ağûşunu açmış duruyor peygamber..
***
Bu hakikatleri yeni nesille iyi anlatmamız, doğru ifade edebilmemiz, empati kurabilmemiz gerekiyor. Bu neslin, bilimde ilimde, ahlakta dünya birincisi olmaması için hiçbir nedenimiz olmadığını bilmeleri gerekiyor. Çanakkale, Türkiye’nin ve hatta dünyanın Hiroşima’sıdır.
Bu netameli çirkef coğrafyada ve kirlenmiş dünyada,
“Bu Şanlı Türk Bayrağı, Bizlerden Bir Rüzgâr Bekliyor.”