Mengen’de çok eski değil,

Şimdiden çok önceleri iki tane açık hava sinemamız vardı.

Bir de Yaman Sineması tabii.

Her Çarşamba aile matinesi yapılırdı, Yaman Sinemasında..

Balkon kısmı Mengen eşrafına ayrılır, tahtadan birbirine raptiyeli tahta koltuklar oturup kalktıkça çat çat ederdi.

Sinemacı Mustafa (rahmetli) ailemizden biriydi.

İyi adamdı, güzel insandı..

Film gibi adamdı anlayacağınız.

Masa topuna paramız çıkışmadığında hemen anlar kıyak geçerdi. 

Sinemanın hem sahibi, hem makinisti, hem bilet keseni, hem süpüreni, hem sileniydi.. 

Kış aylarında sinemanın sobasını yakan da oydu.

Alın terini hakkıyla silen, kıymetli bir emektardı.

Oynattıkları gibi hayatı da film gibiydi.

Biraz aksardı ve bu ona yakışır gibi dururdu.   

Çarşamba günleri mutlaka annem babam ve ben Yaman sinemasına giderdik.

Renkli bir hayatımız vardı ama filmlerimiz nedense hep siyah beyazdı..

O vakitler filmlerde, bir iyi adam bir de kötü adam olurdu.

Arası olmaz; fakir kız, zengin oğlan, fabrikatör baba hiç değişmezdi.

XXX

Aliye Rona tam bir Anadolu kadınıydı. Bakışı ile adamı döver, bir lafıyla kan davasına hükmederdi.

Büyük oyuncuydu.

Onun erkek versiyonu, Danyal Topatan’dı.

O da büyük bir efsaneydi..

Danyal Topatan, senede 200 kûsur film üretildiği yıllarda, izleyicinin en sevdiği karakter oyuncularından biri olmayı başarmış çirkin bir adamdı.  

Özellikle avantür filmlerde canlandırdığı yan karakterler ile akıllara kazınmış, Kartal Tibet‘in Karaoğlan‘ı canlandırdığı aynı adlı filmlerdeki  Camoka karakteri ile büyük ün yapmıştı.

Danyal Topatan, Malkoçoğlu Ölüm Fedaileri filmindeki Gökçe karakterinde inanılmaz bir performans göstermiştir.

Gökçe karakterinde düşmanların elinden tek kaçış yolu olarak intihar etmeyi seçerken;  

Ünlü repliği hala kulaklarımdadır.

-         “Ser verdik uğruna Malkoç, sır vermedik! Elveda!”

Açık hava sinemaları bir kültürün bir alışkanlığın bir medeniyetin birlikte seyr-i sefa etmenin aynı hayalleri kurup, aynı artisti sevmenin, kötü adamdan nefret, iyi adamlardan memnuniyet duymanın ortak adıydı.

Açık hava sinemalarının zemini topraktı, iskemleler dik oturmak için yapılmıştı.

Kaykılmak mümkün değildi; ele güne karşı ayıptı..

Tapucu’nun “kapıyı kapatın cereyan yapıyor” cümlesine hep birlikte kahkaha ile gülerdik. 

Ne günlerdi.

YENİ EĞİTİM ÖĞRETİM YILI

Öğretmenliğim bana ne kattı ne verdi bilemem ama; şunları da yazmadan edemem.

İlkokul çağlarımda; terzi, berber, marangoz çıraklığı yapmamın, açık hava sinemalarında simit satmamın, ster yapmamın, gazoz imalathanesinde çalışmamın, 

Raif Hocamızın tedrisatından geçmiş olmamın, üniversite yıllarımda taksicilik yapmamın büyük faydasını gördüm diyebilirim.

Susuz Kınık Köyünde yaptığım öğretmenlik stajını, yemeğimi yaptığım, çamaşırımı yıkadığım, suyumu taşıdığım, sobamı yaktığım köy öğretmenliğimi,

Hayatın derslerinden, dertlerinden, derelerinden alıp; öğrencilere naklettiğim tecrübelerimi unutmak mümkün mü?

XXX

Öğrencilerim selamünaleyküm diye gelirler, Allah’a emanet ol diyerek evlerine dönerlerdi.

Aleykümselam cevabımı sektirmez, borçlu kalmayı sevmezdim.

Bu alışverişten karşılıklı sonsuz mutlu olurduk.

Onlar verirken, ben borçlandığımı sanırdım.

Almadan vermeyi öğrenmiştim.

Bu büyümüş de küçülmüş köy çocuklarının safi rüzgarlarından vücudumdaki bütün nemler kurur, bir kuru yaprak olur çıkardım.

Selamünaleyküm…

Ne büyük bir hazine, ne büyük bir manevi zenginlikti onlar ve benim için tahmin bile edemezsiniz.

Müthiş bir iletişim aracı, muhabbetin başlangıç anahtarıydı; selamünaleyküm!

Köyün zengininin de, fakirinin de, sabanla çift, traktörle tarla sürenin de selamı ve kelamıydı; selamünaleyküm.

Öğretmen Okulunda öğretilmemiş, bunu okumamıştık.

Galiba “eğitim şart” mottosu o yıllarda “selamünaleyküm” ile henüz tanışmamıştı. 

XXX

Köy öğretmenliğimde; öğrencilerimden, köy eşrafından çok şey öğrendiğimi şuraya ihtimamla bırakıyorum.

Köy, köylü ve köy çocuğu..

Benim siyah önlüklü; beyaz yakalılarım, Ar-Ge grubum, insan kaynaklarım, halkla ilişkiler uzmanlarım…

Esmer ve buğday tenli çocuklarım.

Bi bazlama, bir soğan veya bi somun, bi helva onlar için sıradan, benim için bitirim bir gastronomi keşfiydi.. 

Çeşmeye yanaşıp; köpek zinciri ile bağlı maşrapadan su içmek  ne şahaneydi.

Hiç salya sümük öğrencim olmadı benim.

Okul lojman arasında beni pijamalı, terlikli gören öğrencim de olmadı.

Lojmanımda kapıdan ranzam dört üzüm kasasının üzerine kurulu idi.

Yatağımdan doğrulunca hemen sağımdaki pencereden Ağrı Dağına bakmazsam işim rast gitmezdi.

Ben öğrencilerime Türkçe, öğrencilerim bana Kürtçe öğretmek için yarışırlardı.

İlçeye yürüyerek üç saatte varıyor, beyaz tavla pulunu artık 25 metreden vurabiliyordum.

Köyde, kar yağınca 3 metre, otlar sulanınca bi insan boyunu buluyordu.

XXX

Köye bi bereket bi medeniyet getirdiğimi sanıyor,

Köy öğretmenliğimde, öğrencilerime her zaman mahcup oluyordum.

Dilleri zihinleri ve elleri açıktı.

Selam veriyor, selam alıyor ve dua ediyorlardı. Mahcubiyetten geberiyordum.

O diil de!

Öğretmene ve öğretmenliğe, öğrenci ve öğrenciliğe, veli ve veliliğe selam ve dua ediyor,

Yeni Eğitim Öğretim Yılında Başarılar Diliyorum.

Bir de köye dönüşü diyorum…

Köylü yanımızı hatırlamamız, o can yanımıza bi yaslanmamız gerekiyor. 

Onu diyorum.