Bu hafta sizlerle ilişkilerde gerginliğin kaynakları hakkında sohbet etmek istiyorum müsaadenizle.

Bildiğiniz üzere toplumun en küçük birimi ailedir. Bu küçük ama önemi büyük örgütsel yapı içerisinde de yine birbirine bağlı birimler vardır. Dolayısıyla aile içerisinde yaşanan gerginlikler ailenin tüm birimlerine yani bireylerine yansır.  Sorunlar karşısında bütüncül düşünmek işte bu yüzden çok önemlidir. Bireye doğduğu andan itibaren ait olduğu ailenin bir ekip olduğunu öğretmek ebeveynlerin birincil görevidir. Öyle ki örgütsel yapıların en önemli özelliği, meydana gelebilecek herhangi bir değişikliğin en küçük birime kadar ulaşması ve etkilenmesidir. Aile içerisinde bireyin bu bilinçle büyümesi; yetişkinlik evresinde kuracağı ikili ilişkiler açısından büyük önem arz eder.

Bilhassa evlilikler söz konusu olduğunda çekirdek aile ve yakın aile çevresi ile alakalı iletişim kopukluklarından eşlerin çocukların ve diğer aile fertlerinin etkilendiği görülmektedir. Yine baba-oğul, anne-kız arasındaki aksaklıkların da diğer aile fertlerine yansıdığını görülmektedir. Unutulmamalıdır ki iletişim ve iletişimden doğan etkileşim öncelikle bireysel, daha sonra bir ekip işidir. Toplumun en küçük yapı taşı olan aile de bir ekiptir ve empatiye dayalı ortak davranışlar sergilemesi beklenir. 


 

Aile fertleri üzerinde kurulan; “Benim dediğim olacak, ben senden daha iyi biliyorum, senin için neyin daha iyi olacağına ben karar veririm.” gibi güç mücadelesine dönüşen iletişim şekillerinde sergilenen tutum, karşımızdakine seçim hakkı bırakmamakta ve bireyin varlığı hiçe sayılmaktadır. Buna bağlı olarak bireyde meydana gelen olumsuz duygular da çatışmaların ortak noktasını oluşturmaktadır.

Evli çifteler arasındaki çatışmaların da yine bu temele dayandığını biliyoruz. Çiftlerin bireysel anlamda öncelikle kendini tanıyor olması ve eşine de bu gözle bakması son derece önemlidir. Eşimizi tanımaya çalışmak onu aslında bir bakıma anlamaya çalışmaktır. Bunu başarabilen çiftlerin çocukluk öykülerine baktığımızda, aralarında sağlıklı bir ilişki olan anne babadan dünyaya gelmiş, yetiştirilme tarzları çocuğu tenkit ederek, yok sayarak ve/veya suçlayarak büyütmek değil, tam tersi bireye alan açmak ve bir fert olmasına imkan tanımak  doğrultusunda olduğunu görüyoruz. Yani anne babanın arasındaki ilişkinin sağlıklı olma durumu çocuğa  büyüme ve gelişme döneminde yansımaktadır. Bu da toplum içerisinde belli bir statüye gelse bile henüz kendini var edememiş, kendine yetemeyen, çevresini ve ilişkilerini anlamlandıramayan dolayısıyla çevresini de anlayamayan fertlerin sayısında bir artışa neden olmaktadır.

Kişiselleştirmeden, “Biz” olabilmek, empatik düşünüp karşımızdakini anlamaya çalışmak, doğru iletişim kurup kendimizi doğru bir şekilde ifade etmek toplumsal bütünlüğün en önemli parçası olan aile fertlerinin de sağlıklı yetişmesine katkı sağlayacaktır.

Unutulmamalıdır ki toplumun en küçük birimi olan aile, bireyin temel ihtiyaçları yanında sosyo psikolojik gelişimini de tamamladığı ve bunu sosyalizasyon döneminden itibaren topluma yansıttığı bir eğitim birimidir.