Herkes eline bir şeyler almış, tatlı bir telaş içinde koşuşturuyordu dut ağacının dibine doğru.

Ağacın dibi süpürülmüş, derin bir kuyu kazılmıştı. Rabia kadınla büyük gelin, leğenleri götürüyor, küçük çocuk da ablasıyla su ibriklerini taşıyordu. Yere temiz muşambalar serilmişti.

Gözler, bir anda açılan ahır kapısına çevrildi. İki kişi haftalar önce alınmış ve beslenmiş kurbanlık danayı getiriyorlardı yularından tutarak.

Bir yandan ayaklarında aksama var mı?” diye yürümesi kontrol ediliyor, bir yandan da tertemiz olan tüyleri okşanarak ve incitmeden ”Gel oğlum, gel tosunum. Allah'ın rızasına gidiyoruz gel.” diye meydana davet ediliyordu.

Herkesin kendisine sevgi ile baktığını hissediyormuş gibi, aktör edası ile yürüyordu ilahi amaca doğru, hem de nazlanmadan. Ayakları öyle sistematik bir şekilde bağlanmıştı ki tek hamlede yatıverdi kuyunun dibine. Yönünü kıbleye doğru çevirip, arka ayağının birini boş bıraktılar diğerlerini sıkıca bağlarken.

- Nerde kaldın Hüsam çavuş? diye seslendi ağası, kardeşine.

- Geldim ağa geldim. Abdest tazeledim diyerek hızlı adımlarla gelen Hüsamettin çavuş, elindeki bıçağı saklarcasına kenara koyuverdi. Diğer elindeki bembeyaz işlemeli havlu ile kurbanın gözlerini kapattı ve Bismillah” ile aldı bıçağı eline.

-Vekiliniz olup da kurbanınızı kesivereyim mi? diye üç kere sorup, kesiver” yetkisi aldıktan sonra hissedarlardan, içinden bir dua okudu.

Hep birlikte "Allâhü Ekber, AlIâhü Ekber. Lâ ilâhe illallâhüvallâhü Ekber. Allâhü Ekber ve Lillâhil-hamd" diyerek tekbir getirdiler. Bu arada kurbanı devamlı okşuyordu Hüsamettin çavuş sakin olması için.

O mübarek hayvan da, Yüce Yaradan'ın ismi zikredilirken, Allah'ın rızasına teslimiyet şuuruyla debelenmeden dinliyordu gözleri kapalı.

“BismillahiAllahüekber” deyip çalıverdi bıçağı boynuna Hüsam çavuş, ibadetini yapabilmenin huzuruyla…

İkişer rekat“şükür namazı” kılındıktan sonra, eli bıçak tutanlar kısa sürede bitirdiler işlerini. Etler parçalara ayrılmış ve yedi ayrı leğene eşit olarak dağıtılmıştı. Kurban sahipleri pay için Hüsamettin çavuşun ağabeyi Hacı Bayramı seçmişlerdi. Etlere arkasını döndürdüler. İçlerinden biri parmağı ile herhangi bir leğeni işaret ediyor ve soruyordu.

  • Bu kimin olsun Bayram ağa? O da hissedarlardan birinin adını söylüyordu. Bu şekilde en son pay da sahibini bulunca tek tek helalleştiler birbirleriyle. Etler alınınca geriye kalan işe yaramaz parçalar itina ile toplanıp kazılan kuyuya atıldı dut ağacının dibindeki. Toprakla kapatıp,bir de taş koydular üzerine, kocaman….

- Dedeciğim kuyudakileri Dut ağacı mı yiyecek? diye sordu küçük çocuk Hüsamettin çavuşa.

- Doğru bildin ya ..dedi çavuş gülerek, o yiyecek”…O yiyecek ki; Allah'ın huzurunda Ben şahidim” diyecek kestiğimiz kurbana. Şahitlik edecek bize…

…………………………..

Şükürler olsun çocukluğumdan bu yana her yıl, kurbanımıza şahit olan dut ağacı, bu görevi daha ne kadar ifa eder bilinmez ama bizler, Yüce Allah'ın O halde, Rabbin için namaz kıl, kurban kes.”(kevser-2) emrini inşallah ahirete kadar yerine getirebilecek olmanın huzur ve mutluluğunu yaşayacağız. Hem de kurban ibadetini bayağılaştırmak, katliam gibi göstermek veya bunu ılıştırıp farklı alternatifler getirerek, bu fiilin ibadet değilmiş algısı oluşturma çabalarına rağmen.

Çünkü biliyoruz ki Yüce kitabımız Kuran-ı Kerimde, kurban kesmeyle ilgili açık ayetler bulunmakta ve okunduğunda net bir şekilde de anlaşılmaktadır.

Bizler, dinimizin bütün emirlerini mantık süzgecinden geçirdikten sonra iman eden değil, şüphe duymadan iman ettikten sonra anlayıp yaşamaya çalışanlarız.

Yani, görmeden sevmek,ispatsız teslim olmak ve karşılıksız vermenin hazzını hissetmek gibi….

Bu vesile ile özlem ve rahmetle anarken dedemi, Allah rızası için kesilen bütün kurbanların kabul olması ümidi ile hayırlı bayramlar dilerim.