-Ümit abi, yeni çay demledim gel birlikte içelim, diye sesleniyordu Nihat abi.
Genellikle çay keyfini balkonda yapar, beni her gördüğünde de davet ederdi güler yüzlü komşum. Ne elinde çay bardağı, ne de ocağında çaydanlığı eksik olmazdı.
-Tamam, dedim bu sefer. Doldur çayımı geliyorum…
“Ne var ne yok” la başlayan sohbetimiz, çoluk çocuk, iş güç derken, eski günlere kadar dayandı.
-Ümit abi biz gariban yaşadık çocukluğumuzu. Bu yüzden gençlik yıllarında çok dua ettim Allaha;
“Allah'ım, ceplerimden para hiç eksik olmasın. Dolsun taşsın. Parasız günüm geçmesin.”diye. Ettim de, nereden bilecektim kabul olacağını, diyerek başladı gülmeye. Hem gülüyor, hem de anlatıyordu.
-Öyle bir mesleğim oldu ki; ne günlerim işsiz, ne de ceplerim parasız kaldı.
- Yıllardır, akşama kadar parayla dolan ceplerimi, gün içinde boşaltma ihtiyacı bile hissediyordum. O yüzden de, pantolonumun önce cepleri eskiyordu.. Her dolduğunda ceplerim, gidip patrona teslim eden bir benzin pompacısı olmuştum senin anlayacağın.
-İlahi Nihat abi ! Sen çok yaşa emi, derken gülmekten de kendimi alamamıştım.
-Biraz aç gözlülük mü yaptım bilmem ama böyle olacağını bilseydim, kendi param olsun diye dua ederdim, diye de ekliyordu neşeli bir şekilde.
-Ama ben yine de şükrediyorum Ümit abi. “En büyük zenginlik kanaat etmek” dememiş mi peygamberimiz? Olana şükür.
Yıllarımı verdiğim benzinlikte, emekli olmama rağmen yine de çalışıyorum. Evim var, arabam var. Çocuklar da yetişti. Emekli maaşımı da verdiler bu ay. Daha ne isteyim ki? Benden zengini yok valla bu memlekette” diye de ekleyiverdi arkasından.
Mutluydu “benden zengini yok” derken. Gözlerindeki parıltıdan, yüzündeki huzurlu bakıştan anlaşılıyordu gerçekten zengin olduğu. Zîra, benim hesap, bu güne kadar ayağını hep yorganına göre uzatmış ve kanaatkârca yaşamıştı. Şimdi maaş ikiye katlanınca yorgan büyümüştü haliyle. Biraz daha uzatabilirdi ayaklarını. Çünkü zengindi artık...
Zenginlik neydi ki zaten? Kimseye muhtaç olmadan mutlu bir şekilde yaşamak değil miydi? Yiyebileceğin kadar aşa, giyebileceğin kadar çula, kullanabileceğin kadar mala değimliydi ihtiyaç? Gerisi neydi o zaman..? Gerisi;“ihtiyaçtan arta kalan”dı... Sadece “İhtiyaçtan arta kalan” …
Ötesi yoktu…
-Helal olsun sana Nihat abi, dedim.. Valla Bolu'yu sana vermişler gibi konuşuyorsun. Allah ağzının tadını bozmasın.
-Sağ ol abi, cümlemizin tadı bozulmasın inşallah, dedi ve bakışlarını camdan dışarıya çevirerek düşünmeye başladı.
-Ümit abi, gerçekten Bolu'yu bana verseler ne yapardım biliyor musun?
-Ne yapardın?
-Fakire, fukaraya dağıtırdım be abi. Hastaneler, okullar, camiler yaptırır, hayır işlerine harcardım paramı. Fabrikalar, işyerleri açar, bir sürü adam çalıştırır, bölüşürdüm onlarla kazancımı..
Sahiden bölüşür müydü kazancını, harcayabilir miydi hayra hasenata.? Nefsini yenecek kadar pehlivan mıydı gerçekten? Yoksa “bekara karı boşamak kolaydır” misali konuşuyor muydu kuru sıkı ..
Gerçi hayatını vakfetmişler de yok değildi aslında, bir sürü hayır duası alıp, minnetle yâd edilen...
Yoksa değişir miydi? Daha çok hırslanıp, Düzce'nin mi peşinden koşardı.? Ve ya kimseye koklatmaz, biriktirdiği faizli serveti içinde ölüp gider miydi? Belki de, dediği gibi paylaşımcı olur, işyerleri kurar, Allah rızası için yüzlerce insana ekmek kapısı açardı... Ne yapardı o bilinmez ama, yine de mutluluk vericiydi hayâlleri... Güzeldi.. Hayâl olsa bile...
Ocaktan fokurdayan çaydanlığı almış gelirken, elimdeki bardağı işaret ediyordu .
-Çek hadi çek de, yenice tatlanmış çayları bir daha tazeleyelim Ümit abi.
Çaydan mıdır, çaycıdan mıdır? hakikaten bir başkaydı içtiğimiz çay.
-Doldur be Nihat abi, dedim bardağımı uzatarak. Doldur da içelim taze taze..
Madem ki,“Kanaat en büyük zenginliktir.” biz de tadını çıkaralım zenginliğin. Ve dua edelim, ihtiyaçtan arta kalanı faize değil de, “ bir kişi fazla çalışsın,”düşüncesiyle yatırım yapıp, ekonomiye kazandıranlara. Allah rızası için bölüşenlere..
Ümit Yavuz
7-2-2019