GEOMETRİK DURUŞLAR

Oldum olası,

Büyük yemekli toplantılara,

Resepsiyonlara,

Porselenli masalara alışamamışımdır.

Çatalın, bıçağın solda,

Kaşığın sağda olduğu,

Meyve ve tatlılar için biraz ileride konuşlanmış, “çatal, bıçağın” resmi “Geometrik Duruşlar”ı beni ziyadesiyle rahatsız eder.

Böylesi vakitlerde;

Ayaklarımı, mahcubiyetimden;

Koltuk ayarındaki sandalyelerin altına saklama ihtiyacı duyarım.

Hele,

Havlu kıvamındaki, masanın büyük bir bölümünü kaplayan dokuma peçetelere asla bir anlam yükleyemem.

Böylesi an'lar,

İştahımı keser..!

Ekmeğe uzanacağım,

Elime kaşığı alacağım gelmez.

Tükürük bezlerim çalışmaz, ağzımda haliyle bir kuruluk oluşur.

Daha yemeğin başında başlayan bu resmiyet,

Ya ortamın sıcak atmosferinin etkisi ile ya da bir yudum soğuk su ile son bulur.

Halbuki; bir zamanlar…!

Yemek yediğimiz muşamba kaplı tahta masalar,

Bakır ama kalaylı kaplar,

Çorba ve pilava saldığımız tahta kaşıklar,

Ne kadar bizden ve ne kadar da zariftiler.

Muşambaların, tahta kaşıkların ve de bakır ama kalay kaplı tabakların, o mütevazı,

Sofralarımızın o doyurgan,

Kültürümüzün bu iyi halleri,

Ne derin manalar içerir,

Ne mutlu ederdi halbuki bizleri.

Tek kaptan yenilen yemekler,

Tek tastan içilen sular bir dirlik işareti, bir değerli kültürün nişanesi gibiydiler.

Yağlı yemeğin ardından,

Hoşaf'a daldırılan kaşıklardan bulaşan, üste çıkan yağ tortuları hiç gözümüze bile batmazdı.

Şimdi kısa/uzun her ne ise bu girizgahın ardından,

Nerelerden arta geldin,

Nerelere varacaksın soruları kulaklarımı çınlatmıyor değil.

Asıl hikayemiz,

STK temayül yoklamasının ardından Ankara yolculuğumuz ile başladı.

O akşama,

Yazma sebebim olan o mekana ve o güzel insanlara,

Teşekkür ediyorum.

Kendime gelmeme,

Eskileri yad etmeme,

Çocukluğumuzun o güzel günlerine yakın duyguları yaşamama vesile olan her iki arkadaşıma binlerce teşekkür.

Mekan,

Bolu'ya altmış yedi kilometre mesafede E-5 üzerinde Kalender Piknik.

Garson,

Seksen yaşını aşmış bir sevimli emektar

İsmi ile müstesna Kalender” bir ortam.

Salaş ama sıcak bir mekan.

Akşamın misafirleri,

Avukat ve Seçim İşleri Başkanımız Sayın Hulusi Apaydın,

Eğitimci ve Teşkilat Başkanımız Sayın Zekai Öztürk..

Ve Ben.

Ayrıca,

Kamyon şoförleri,

Bir iki farklı müdavim müşterilerdi.

Dikine devasa bir soba.

Üzerinde dilimlenmiş somun ekmekler,

Tahta sandalyeler, werzalit masalar..

Islak mendilleri bile yok..!

Soba cayır cayır yanmalarda,

Dışarıda kar ve soğuk bilinenin üzerinde,

İçerideki ev sahipleri, inadına sıcak ve samimi.

Yaşlı garson dede, Hulusi Başkanı görünce tanıdı, bir sıcak sohbete şahit olduk ki.. Akıllara ziyan.

Dede-torun muhabbeti kıvamında geçen sohbetin detaylarına inmeyeceğim,

Ve Fakat;

Sayın Hulusi Apaydın'ın, görünen yüzünün ardında, büyük bir derinliğin ve kocaman bir yüreğinin olduğunu oracıkta bir kez daha fark ediverdim.

Her ikisinde de bir tatlı dil, bir tevazu, bir ölçü ile birlikte, karşılıklı büyük sevgi ve saygı vardı.

Garson dedenin o sıcak, pamuk elleri bir ara benim ellerimle de buluştuğunda,

O zayıf elleri taşıyan bedenin, ne kadar da yürekli ve ne kadar yaşlı büyüklerimizin o şefkat elleri gibi sımsıcak olduğunu fark ediverdim.

Babamın elleri gibi zarifti.

Çilekeş bir bünyenin altında gizli, o derin insanlığı üçümüzde hücrelerimizde hissettik.

Kızarmış ekmekleri masaya getirişi ne kadar uslu idi.

Yorulunca sandalyenin bir ucuna kıvrılışı ne kadar da asildi.

Ve ne kadar sağ yanına aksıyor olsa da,

Heybetinden hiçbir şey kaybetmiyordu bu adam.

Doymuştum.

Hulusi Apaydın, Zekai Öztürk ve ben doymuştuk.

İnsanın bazen para ile alamadığı,

Para ile doyamadığı o kadar çok an'ları var ki;

Bizler o mekanda,

O güzel insanların arasında,

Parayla satın alamayacağımız, paha biçilemez maneviyatı ve yüksek kültürü yüreklerimizin kasasına kilitleyerek oradan ayrıldık.

Hulusi Apaydın olsun, Zekai Öztürk olsun oradan ayrıldıktan uzun bir süre o mekan hakkında hiç konuşmadık.

İçe dönük, bir sessizlikti bizimkisi.

İçimizden aynı şeylerin geçtiğine, aynı duygu yoğunluğunu yaşadığımızı bilerek,

Yüzlerimize konan tatlı tebessümlerimiz eşliğinde bir vakit yol aldık.

Şimdilik kendi penceremden, sadece o akşam yaşanmışlıkları kaleme almakla yetiniyorum.

Kim bilir,

Bu iki kadim dost neler yazdılar/çizdiler kendi dünyalarına ait.

Neler paylaştılar kim bilir, kendi güzel dünyalarına özel,

O sessiz geçen zaman diliminde.