TABİATSIZ
Hafifçe saçlarımın olmadığı, başımın kel olan kısmını yalayıp geçti rüzgar.
Çam yapraklarını, çıplak ellerimin üzerine savurdu.
Parmaklarımın arasında tuttuğum, dikensi yaprağın rahatlatıcı bir dokusu vardı.
Bir derinliği vardı;
Sebep rüzgarın, çam ağacının, başımın, olmayan saçımın.
Dedim ki; bir kız çocuğu olsaydı; defterinin arasında çam yaprağını saklar, her dar vaktinde konuşurdu.
Küskün kulaklara inat, ucu dikenli yaprak, sabırla dinlerdi onu.
Sonra rüzgar hızla terk etti; beni, o dikensi yaprağı ve ormanı.
Dinlemekten yorgun hallerimde,
Dinlendiğimi fark ettim.
Ve dedim ki.?
Rüzgar sadece esmez ki;
Konuşmak ister.
Kulak verdiğinde..
Fısıldar, ekseriyetle.
Uğuldayarak konuşur bazen.
Başka sesleri de ekler.
Bir çeşmenin açık kalmış musluğundan akan dertli türküler gibi.
Derelerin fısıltılı,
Nehirlerin kahkahalı,
Şelalelerin hummalı,
Akışlarında, kendimize ait, içimizden süzülen ne cümleler gizlidir, ne huzurlar verir, yalnızlığında insanın.
Açan güneş,
Çakan şimşek,
Bir de gök gürültüsü..
Sonra..
Kararan bulutlar,
Ağaran ufuklar,
Bizi bize anlatan,
Ruhumuzu hatırlatan.
Dinlemekle kah mutlu olduğumuz,
Kah karamsar kaldığımız TABİAT'IMIZ.
Tabiat'ın her ahvalini dinliyor, dinliyor..DİNLİYORUZ DA.!
Bir birimizi dinlemekten özellikle imtina ediyoruz.
Bu güzel tabiat içinde..
Çok tabiatsız bir durumdayız.
Çok..
Tabiat, uslanmadan bizim yerimize de konuşuyor
Ve Fakat..
Dinlemeyi,
Dinlenmeyi,
Demlenmeyi bilmiyoruz.
Ne gam.
Aynı yağmurlarla ıslanıyoruz da.
Hala uslanmıyoruz.