Ah!

Ümraniye karşılaşması için neler yazılmalı.

Şu kadarını söyleyeyim.

Musa Adilehu bu maçta oynamalı, haftalardır oynamayan Bilal Kısa sonradan sonuca katkı verecek oyuncu olarak kulübede tutulmalıydı.

Gökhan yoksa Eskhellaç sahada olmalıydı.

Cumali Bişi varken ikinci bir pas istasyonu görevi üstlenen sistemin gereği takıma el freni olan (hiç olmazsa ilk yarı) Bilal Kısa'ya ihtiyaç yoktu.

Emir Haliloviç Altay karşılaşmasında en fazla şut atan kaleye en yakın ve en ofansif oyuncumuzdu.

Gol olabilecek iki güzel şutun sahibi,

Ümraniye karşılaşmasında dikey kulvara hapsedildi ve neden rakip kaleye en uzak mesafeye tutsak edildi anlaşılmadı.

Delarge'nin sakatlık dışında oyundan alınmasını ve oyunun tutulması gereken zamanlarda Bilal'in sahada olmamasını eleştiririm.

Emir Haliloviç'in son dakikalarda ceza yayı civarından Fethi'ye çıkardığı müthiş bir pas var.

Bu örnekler artabilir, maçın kaderine etki edecek işlere imza atılabilirdi.

Ah!

Ne diyordum.

Şunu diyordum.

Aslına bakacak olursak;

Osman Hoca her şeyi söylemiş, anlatmış.

Hocanın freni yok.

Mevzu öyle yerlere gelmiş,

Öyle işin içinden çıkılmayacak bir köşeye gitmiş ki!

Oradan, o mevzudan, o köşeden çıkmak hayli zor..

Ah!

Kim ne derse desin.

Kim ne söylerse söylesin.

Osman Hocanın böyle içten, samimi ve şeffaf halini seviyorum.

Daha geçen hafta yazdım.

Hocanın bu halleri bu konuşmaları bizleri ayıyor, uykudan uyandırıyor.

Saha içindekini, dışındakini anlatmakla kalmıyor.

Adam ruhunu, aklını, fikrini bile teslim ediyor sana.

Kendini yiyip bitiren, içini parçalayan, acılardan, cezalardan, alınan ah'lardanvah'lardan bahsederken.!

Oralardan bir yerlerden bambaşka bir Osman çıkıyor.

Ah!

Nutkum tutuldu deyimi,

Osman Özköylü'nün sessiz çığlığıdır.

Her şeyi bilip de konuşamamasıdır.

Deniz bitti, teslim oluyorum demektir. Bırakın gideyimin tercüme edilmiş ifadesidir.

Mağlubiyetler, beraberlikler ve bir türlü gelmeyen galibiyet, herkes gibi beni de yordu.

Benim de kalemim tutuldu.

Ah!

Ne yazacağımı biliyorum ama elim varmıyor.

Bütün şehir kenetlendi.

Bir oldu, beraber oldu.

Çorbada tuzumuz olsun, limon eksik olsun dedim.

Ah!

Tabii bu konuşmayacağız eleştirmeyeceğiz anlamına gelmez.

Ah!

Hocanın;

Meselenin teknikle taktikle ilgisinin olmadığını söylerken aklından neler geçtiğini okumaya çalışıyorum.

Kendisi de söyledi.

Bu başka bir şeymiş.

Ah!

Neden bu işler başımıza geliyor,

Anlamış değilim derken insanın içi parçalanıyor.

Öyle ya..

Neden..!!!

Ah!

"En ufak ihmal bize gol oluyor.

Altay maçı,

Erzurum maçı,

Veya diğer maçlar.

İnanın nutkum tutuluyor"

Ah!

Hocam.

Benim de kalemimin nutku tutuldu.

Yazmakla yazmamak arasındayım.

Yazdıklarıma bazen ben bile inanamıyorum.

Gel gör ki; hem taraftar hem yazar olunca böyle de olabiliyor bazen.

Ah!

Umarım; düzelir.

Ah!

Dilerim; bu derinlikten bir an evvel kurtuluruz.

Yoksa vurgun yediğimizin resmidir.

Boğulup gideceğiz.

Sende yüzme bilmiyormuş gibi yapıyorsun.

Yazdım hep; B e C planımız yok.

Varsa yoksa transfer.

Ah!

“Allah bize bir şeylerin cezasını çektiriyor”

“Birilerinin çekmesi gereken bir ceza var”

“Birilerinin bir sonuç çıkarması gerekiyor”

“Ah mı aldık. Ne aldık”

“İzah edecek noktaya gelemedik” cümlelerinin içine giriyorum.

Ah!

Çıkamıyorum.

Hocanın; işin ben farklı boyutundayım” cümlesine tutuluyorum.

Tutunmaya çalışıyorum.

Ama okuyamıyorum.

Kimse kusuruma bakmasın.

Teknik taktik işlerini bırakıyor!

“Farklı Boyut” derken.

Başka bir boyuta mı geçiyoruz.

Galaksi, yıldız mevzusu.

Yoksa;

Metafizik falan olmasın.

Ya da!!

Ne bileyim..

Din felsefesi,

Aklın felsefesi,

Algı felsefesi,

Dil felsefesi,

Bilim felsefesine mi giriş yapacağız.

Futbolda sıyırmaya az kalmıştı.

İşimiz felsefeye kaldıysa

Şimdi kafayı yedik demektir.

Ah.!

Ah.!

****

Boluspor Nasıl Kurtulur..

Osman Özköylü nerde hata yaptığını anladığı,

İğneyi başkasına, çuvaldızı kendisine batırdığı zaman.

Eleştiri ile hakaret arasındaki o ince çizgiyi görmeye,

Takdir ile tekdir cümlelerini ayırt etmeye başladığımız zaman..

Atılacak bir pastan, vurulacak iki şuttan, duran toptan medet beklemediğimiz,

Takım oyunu ve ruhunu öne çıkaran anlayışını tesis ettiğimiz zaman..

Haddini ve sınırlarını zorlayan,

Kafasını kuma değil, tekmeye gömen,

Kalbi, samimi ve yürekten oynayan

Takımı için, rakibe, hakeme, her türlü şart ve ahvale karşı teslim olmayan, mücadele veren oyuncular çoğaldığı zaman.