Yüksekte kalan yerlerin, çevremizde ki dağların ara ara beyaza büründüğü günlerdeyiz. Kış erken geldi bu sene ama sonbaharın tüm renkleriyle güzelliğini, birkaç hafta önce yine de yakaladık.
Sonbaharda gidilmesi görülmesi gereken yerlerin içinde ilk sırayı alan Yedigöller'deydik, Bolu Fotoğraf Sanatı Derneğini olarak. Yurdumuzun dört bir köşesinden gelen ziyaretçileri, doğa ve fotoğraf tutkunları ile aşırı bir kalabalık vardı.
Haliyle akşam dönüş saatlerinde büyük bir izdiham yaşandı. 1 kilometrelik yolu, bir saatte zor ilerledik. En büyük etken ise yol kenarına park eden araçlardı. Zaten bir gidiş, bir geliş şeklinde olan Yedigöller sınırları içinde ki dar yolun kenarına araçlar park edince, yol tek şeride düşmüştü. Yedigöller'den çıkmaya çalışan araçlar ile karşı yönden gelen araçlar o tek şeridi kullanınca büyük bir kaos oluştu.
Görevliler ile gelenlerden bir grup arasında çıkan şiddetli bir tartışmayı geride bırakarak, girişte bizi bekleyen aracımıza doğru yürüdük. Zaten geniş bir alanda fotoğraf çekmek için sürekli dolaşınca, o dönüş için araca çıkılan bir kaç km.lik yol öyle bir uzadı ki anlatılacak gibi değil. Hafta sonu olması da en büyük etkendi tabii ki bu kadar çok kalabalık olmasında. Hatta görevliler bile İlk kez bu kadar yoğun kalabalık oldu” diye belirtti.
Yapılan yeni yolla ulaşım daha rahat olduğundan, haliyle göllerin ziyaretçileri de arttı. En önemlisi de önceden Bolu'da Abant bilinirken, şimdi sonbaharda gidilecek adreslerin başında Yedigöller olduğunu bilen kişilerin sayısı hızla artığı için, oraya bu konuda yeni bir düzenleme yapılması gerekiyor.
Yedigöller yolları asfaltlandı ve düzeldi demiştim ama bir şeyde gözlerimizden kaçmadı. Bu sene erken yağan kar nedeniyle, araç kaymalarını ve buzlanmayı engellemek adına yola tuz gibi maddeler dökülmüş olmalı ki yolda birçok çukurların açılacağının işareti olan bozulmalar, kabarmalar şimdiden olmuştu bile. Bu durum sadece bu yolda değil tabii ki tüm yollarda da aynı oluyor. Yazdan dümdüz, kaymak gibi yapılan o yollar, kışın ardından el ele tutuşmuş sayısız çukurlarla, çok vahim bir hal alıyor.
Asfaltta, araçlarda yıpranmalara neden olan bu kaya tuzu, kum, çakıl, kalsiyum klorür, üre gibi abrassive maddeler yerine başka bir şey dökülerek, asfaltın daha az zarar görmesi sağlanabiliniyor mu diye merak ettim ve bir öneri ile karşılaştım.
“Tuz değil şeker dökelim” demiş, Şeker İş Genel Başkanı Sayın İsa Gök. Tuzun ekolojik sisteme ve çevreye, araçlara zarar verdiğini, yüksek oranda aşındırma etkisi ile yollarda ki buzdan ziyade asfaltı parçaladığını belirtmiş. Bunu uygulayan ABD, İsveç, Norveç, İsviçre gibi ülkelerde varmış. Türkiye şeker ihraç ederken, şimdi ise gıda ve içecek sanayisinde ki ihtiyaca da bağlı olarak, 100 bin ton şeker ithal edilmesi için düğmeye basıldığı konumuna gelmişken, şeker fiyatının da yüksek olduğu düşünüldüğünde, bizim ülkemizde yollara serpilmesi ne derece uygundur bilemem.
Yol üzerinde buz oluşumunu ve karın yol yüzeyine yapışmasını, antifriz etkisi yaparak engelleyen, çevreye ve bitkilere zarar vermeyen sıvı kar ve buz çözücülerde varmış. Sonuçta bunu da bu işin uzmanları belirler tabi. Ama benim en çok takıldığım ise asfalt yapılıyor, kilitli taşlar döşeniyor ve daha aradan kısa bir süre geçmeden birileri gelip kazıyor. Onun işi bitiyor ve bir yama yapıyor, ardından bir diğer kurum çalışmalarına başlayıp yine kazıp, yamalıyor. O güzelim yollarda yamalı bohçadan beter hal alıyor. Planlama niye ilk baştan yapılmıyor?
Birde o bozuk ve çökmüş yollarda tekerlekli sandalye kullanan engelli vatandaşlarımızın çektikleri çilelerde ayrı tabi. Özellikle alt geçitlerde çöken mazgallar üzerinden geçemedikleri için çevrede ki tanımadıkları kişilerden yardım istemek zorunda kaldıklarını da üzüntüyle anlatıyorlar.
Sevgi ve saygılarımla…
Fatma Marmara