Uzun zamandır gelmiyordu. Onu görmeye alışkın meraklı gözlerim, yokluğunu yüreğimde iyice hissetmeye başlamıştım. Oysa onun sadece adını, aynı ritim ve hızda işittiğim ayak seslerini, bize bakan sevecen gözlerini tanıyordum. Hakkında, başka da bir bildiğim yoktu. Kimdir, nerelidir? Evli midir? Çocuğu var mıdır? Hiç birini bilmezdim. O, mahalleye, hemen hemen aynı saatlerde gelirdi. Onun gelişi, bizim için saatin ayarı gibiydi. Sokakta, çığlık çığlığa futbol oynarken onun gelişiyle, heyecanlı oyunumuzdan ayrılır, yanına koşarak giderdik. Mektup gelmeyeceğini bildiğimiz halde, içimizde dalga gibi kabaran bir heyecanla yanında biter, yüzüne umutla bakardık. O hepimizi tek tek süzer, yüzümüze şefkatle bakardı. İtina ile omzunda taşıdığı çantasını özenle açar, içindeki mektupları gelişi güzel karıştırır ve bize döner;
“ Çocuklar ! Üzgünüm bugün size yine mektup getiremedim. Fakat söz veriyorum bir gün mutlaka getireceğim” Derdi. O bunları söyledikten sonra hızla işini yapmak için kaçmak için çabalar fakat ondan ayrılmamak için onu oyalamaya, lafa tutmaya çalışırdık. Bir yanı gitmek diğer yanı ise bizimle sohbet etmek isterdi. Sonra kaldırımın kenarına ilişirdi. Bir taraftan da ; Her gün aynı şeyi yapıyorsunuz. Benden mektup bekliyorlar. Hadi sorun soracağınızı da varıp gideyim işime.” Erdal, kalınlaşmaya yeni başlamış sesiyle bağırır. ”Cevdet Amca, postacı olmaya nasıl karar verdin? Bu soru sanki onu can evinden vurmuş gibi bir an için duraklar,gözleri çok uzaklara gider, yüzüne hüzün çökerdi. Çocuksu bir ifade yerleşirdi yüzüne. Sonra toparlanır. Fakat soruyu yanıtlamazdı. Yerinden toparlanır. Erdal' a döner, kaçamak bir cevapla” Ben, küçükken postacıları çok severdim. Onun için karar verdim oğlum” Der ve hızla bu kez kararlı bir şekilde uzaklaşırdı aramızdan.
Camdan cama takılmış çamaşır iplerine asılı çamaşırlar, çıkan hafif rüzgarda sallanırken, kapı önlerinde sohbet eden, aynı zamanda da el işlerini yapan mahalle kadınları bir konu hakkında hararetle konuşurlardı. Bizden ayrıldıktan sonra adımları yine hızlanır, yıllardır bildiği mahallenin mektuplarını vermek üzere uzaklaşır gider, kaybolurdu o günlük gözümüzden. Yaz aylarındaydık. Okul tatil olduğu için sabahtan akşama kadar sokaktaydık. Futbol bizim için vazgeçilmezdi. Sabah, kalkar kalkmaz bir araya geliyorduk. Hayalperest bir çocuktum. Hayallerimde ünlü bir futbol oyuncusu olmak vardı. Mahalle takımı kurmuş, durmadan oyun oynuyorduk. Sırf bu yüzden babamdan çok dayak yemiştim. Geç saatlere kadar eve girmiyordum. Annem benimle baş edemiyor ve babama şikayet ediyordu. Sadece, top peşinde koşmak bana yetmiyordu. Hayalimin gerçekleşmesi için bir şeyler yapmam gerektiğini düşünüyordum. Bir gün maç öncesi bizimkileri topladım. Öz güvenim en doruk noktada, hepsini süzdüm önce. Konuşmama gizem katmak istiyordum. Hepsi de meraklı bir şekilde yüzüme bakıyorlardı.
“ Arkadaşlar ! Bu şekilde, sadece bu sokakta top kovalamakla hayallerimizi gerçekleştiremeyeceğiz. Biz güçlü bir takımız. Düşündüm de; bir mektup yazacağım. Bizi desteklemeleri için yardım isteyeceğim. Siz ne diyorsunuz bu düşünceme.”
Hepsi benim bu düşüncemi desteklemiş ve sevinmişlerdi.. Onların dile getirmediği hislerini ortaya çıkarmış olmalıydım. Onlar da onaylamışlardı bu fikrimi. Geriye bir tek mektup yazmak kalıyordu. Fakat kimden yardım isteyecektim? İyice araştırmam gerekiyordu. Birkaç kişiye sordum. Beni önemsemedikleri için gelişi güzel cevap verdiler. Beni tatmin etmemişti.
Sonra kafamda bir anda ampul yandı. Benim kimseye ihtiyacım yoktu aslında. Pekâlâ da Cevdet amca bana yardımcı olabilirdi. Nede olsa o postacıydı. Gelen ve giden haberleri adresine ulaştıran en emin insandı. Üstelik çok da iyi bir insandı. Gecenin geç saatlerine kadar mektubumu yazdım. Tekrar tekrar okudum, düzelttim, beğenmediğim zaman da yırttım, çöpe attım. Yeniden yazdım. En sonunda olmuştu.
Geliş saatinden önce mahallenin en başında beklemeye başladım. Önce ayak seslerini işittim az sonra da kendisini gördüm. Beni farklı bir yerde görmek onu şaşırtmıştı. Bu kez o meraklı gözlerle beni süzdü. Yanıma yaklaştı.
“ Hayırdır Sezer
“ Sorun yok Cevdet Amca. Sizinle yalnız görüşmek istedim. Sizden yardım istiyorum. Bir tek size güvenebilirdim”
“ Tabii ki oğlum. Elimden gelecek bir şey olduktan sonra. Meraklandım şimdi.”
“ Cevdet Amca, biliyorsun biz mahalle takımı kurmuştuk. Sokakta top kovalamakla bir yere gelemeyeceğiz. Biz karar aldık ve yardım isteyeceğiz. Bunun için bir mektup yazdım ben. Fakat nereye, kime atacağımı bilemiyorum”
“ Hımm. Bir düşüneyim. Öncelikle Futbol federasyonu aklıma geldi fakat ilgilenirler mi bilemiyorum oğlum. Onun için bana göre bütün futbol kulüplerine ayrı ayrı yazmanı tavsiye edeceğim ben sana. Onların genç oyuncuları desteklediklerini okumuştum bir gazetede. Çoğu as oyuncular, mahallelerde yetişiyor. Onlar bir şekilde keşfediliyor. Bunu da gençler kendi çabalarıyla başarıyorlar. Sen, kaç büyük takım varsa hepsine ayrı ayrı yaz. Ben de adreslerini bulacağım sana. Yarın alırım mektupları tamam mı ?”
“ Çok sağol Cevdet Amca. Belki de boşuna çabalıyorum.Hayalden bile öteye geçemeyecek.”
“Öyle deme oğlum. Hayaller olmasa, onlardan vazgeçersek istediklerimize asla ulaşamayız. Erdal bana bir soru sormuştu geçenlerde. Hatırladın mı?”
“ Evet hatırlıyorum”
“ Cevap vermemiştim. Daha açıkçası verememiştim. Ben o cevabı kimseye veremedim. Aslında soran da olmadı. Sana anlatmak istiyorum. Bugüne kadar kimseyle paylaşmadım. Aramızda kalması şartıyla. Neden Postacı oldum.”
“Sen hiç mektubun cevabının gelmesini beklemenin nasıl bir duygu olduğunu bilir misin ? Sen değil kimse bilemez. Bir çocuğun dünyasında, çok daha da değerlidir o gelecek mektuplar. Ben, senden daha küçük yaşlardayken, çok mektup yazardım. Uzaklardaki babama. Zar zor hatırladığım babama. Almanya' da çalıştığını söylerdi annem. Bir adres vermişti bana. O adrese, bıkmadan usanmadan mektup yazıyordum. Önceleri ayda bir yazıyordum. Sonra hafta da bir, sonraları ise her gün. Üstelik cevabı gelmeyen mektuplardı. Cevabının gelmeyişi beni çok daha fazla öfkelendirirdi. Kalem ve kağıt ile özel bir bağ kurmuştum .Postacının yolunu gözetlerdim. Adamı yoldan geçirtmez ettim. Beni gördüğünde kaçıyordu. Yüzüme bakamıyordu. Kızgınlıktan mı yoksa üzüntüsünden mi bir türlü anlayamamıştım. Ben ümitle bekliyordum. Hiç vazgeçmedim. Hep yazdım. Hep yazdım. Yıllarca yazdım. Sonra bir gün karar verdim. Postacı olacaktım. Hiçbir çocuğu mektupsuz bırakmayacaktım. Kızgınlığım postacıya değildi. Kızgınlığım babamaydı. Bana yalan söyleyen, söylemek zorunda kalan annemeydi. Gerçek, çok farklıymış aslında. Babam, Almanya' ya gittiği doğruymuş. Annemim bana verdiği adres ise yanlış. Babam, Almanya' ya gidince bir daha aramamış. Annem ise bu şekilde bir yol bulmuş. Yıllar sonra öğrendiğim yalan- gerçek annemin ne kadar asil ve fedakar olduğunu bir kez daha kanıtlamıştı bana. Şimdi aklıma geldikçe gülüyorum biliyor musun? O adreste oturan kişiler okuduklarında ne düşünmüşlerdir acaba? Beni anlayabilmişler midir sence?
“ Eminim ki anlamışlardır Cevdet Amca. Anlamamak için taş kalpli olmak lazım.”
O konuşmamızdan sonra daha bir yakınlaşmıştık onunla. Bakışlarımızla bile anlaşıyorduk sanki. Dediği gibi adresleri buldu bana ve ayrı ayrı kulüplere gönderdim mektupları. Şimdi, mektup bekleme sırası bendeydi. Gönderdiğim mektuplara kendi adımı yazmıştım çünkü.
Yaz sonuydu. Havalar, yavaş yavaş soğumaya başlamıştı. Okulların yakın zamanda açılacak olması yüzünden, futbola ara verme zamanı yaklaşıyordu. O yüzden de, daha bir şevkli yapıyorduk maçlarımızı. Gönderdiğim mektupların hiç birinden de cevap gelmemişti üstelik. Umutsuzluğa kapıldığım zamanlarda, aklıma Cevdet amcanın hikayesi geliyor, o zaman da yazdığım mektupların önemsizliğinin ayrımına varıyordum.
Maçın en heyecanlı yerinde, Cevdet Amcayı gördüm birden bire. Gülümsüyor ve bize hayranlıkla bakıyordu az ötemizde. Hemen takımı durdurdum ve koşarak yanına gittim. Yanına yaklaşınca,
“ Sana mektup getirdim” Dedi ve çantasından çıkardığı mektubu bana uzattı. Heyecandan titriyordum. Hayatımda, ilk kez bir mektup almıştım. İlk olmasının yanında, içinde hayallerim için attığım ilk adımdı. Takımdaki herkes başıma toplanmıştı. O da meraklanmış olmalıydı. Gitmiyor, bekliyordu. Ellerim titreyerek, zarfı yırttım. Çıkan mektubu okuyor fakat okuduklarımı anlayamıyordum. Benim o halime dayanamadı ve elimden aldı mektubu. Okudukça, yüzündeki gülümseme giderek arttı. Gururla bize baktı.
“ Tebrik ederim çocuklar. Gençler Birliği Kulübü sizi çağırıyor. Başardınız!.”
Hâlâ şaşkındım. Elindeki mektubu bana uzattı. Tam dönüp gitmek üzereyken seslendim. Yanına yaklaştım. Kucakladım onu sıkıca. Kulağına sessizce;
“ Sen dünyanın en iyi postacısın Cevdet Amca” Dedim. Gözleriyle teşekkür etti bana. Gözlerinden inen birkaç damla yaş, süzülerek yanaklarına indi. Beni bırakarak hızla uzaklaştı yanımızdan. Onu son kez görmüştüm.
Acı haber çabuk duyulur derlerdi büyükler. Gerçekten de öyleymiş. Cevdet Amca' yı merâk etmem, onun için endişelenmiş olmam da boşuna değilmiş. Cevdet Amca, bir trafik kazasına kurban olmuş ve ebediyen bizden, eski püskü mahallemizden, sokağımızdan, hayatımızdan yitip gitmişti. Daima gülen yüzü, aynı ritimdeki ayak sesleri ve hazin hikayesi ömrümün sonuna kadar çıkmayacaktı aklımdan.