Yılın son üç ayındayız. Zamanın ne çabuk geçtiğini anlayamıyorum. Gün, yirmi dört saat. Ay otuz veya otuz bir gün çekiyor.Mevsimleri ilkokulda dört mevsim olarak öğrenmiştik. Fakat ne yazık ki mevsimler birbirine karıştı. Tıpkı insanlar gibi. Ülkemin çoğu yerinde su baskınları, sel, heyelan, toprak kaymaları yaşanıyor gün be gün.
Hayat pahalılığı had safhada. Kimin kimi suçladığı belli değil. Herkes birbirini suçluyor. Bir karmaşa ki anlayabilmek mümkün değil. Peki biz bu konuda suçsuz muyuz? Tüketim toplumu haline gelmekte biz de suçluyuz siyasetçilerde. Benim prensibimdir siyasete bulaşmamak. Fakat bir yere kadar o da. Bu hale gelmemiz bugünlük yada yıllara dayanan bir süreç değil. Ben Atatürkçüyüm. Onun ilke ve inkılâplarını benimseyen bir öğretmen kızıyım. Öğretmen kızı olmanın yanında, her zaman övündüğüm köylü bir öğretmen kızı olmanın övüncüdür bu. Toprağı sevmem ve onun nimetlerine erişmek için çalışmanın ne büyük bir erdem olduğuna inananlardanım. Bir özdeyiş vardır. Emek olmadan, yemek olmaz Çok doğrudur. Fakiriz, açız söylemleri arabesk yaşamın en önde gelen söylevlerindendir. Açlık tembelliktendir aslında. İşin kolayına kaçmaktır. Atatürk' ün en büyük emellerinden biri maalesef gerçekleştirilemedi. Toprak reformu…
Çoğunuz bilirsiniz Genç cumhuriyetin ilk zamanlarında Köy enstitülerinin kuruluşunu, amacını ve sonrasını. Amaç, yeni kurulan devletin, öğretmenler eliyle yeniden inşaasıdır aslında. Bir öğretmenle, köylüye bir çok tarımsal, ziraat, zanaat, hayvancılık, sanat alanlarında, arıcılık, köy sanatları aklınıza ne gelirse onu ulaştırmaktı. Yine kendimden örnekle;
Babam rahmetli bir köy çocuğu. Zeki ama imkânsızlıklarla boğuşuyor. Üç tane daha erkek kardeşiyle, köroğlu ayvaz bir ana baba… Bir ağabeyi ağaçtan düşmüş ve sakatlanmış. Diğer ikisi sakat değil ama o zamanın Anadolusunda köy delikanlısı. Bir özellikleri yok diğer köy çocukları gibi. Doğmuşlar, büyüyorlar. Zamanı gelince askere gidecekler, gelecekler ve eğer evlenebilirlerse evlenecekler. İlerisi, gerisi bu kadar. Babam'ın kaderine de öğretmenlik düşmüş. Daha doğrusu belki de kendi çabası. Öğretmeninin, onun çalışkanlığıyla o sıralar akıllı ve çalışkan çocuklarını belli yerlerde olan öğretmen okullarına gönderiyorlar. Babam için çok büyük şans. Köpek çarığını yediği için öyle çok dayak yemiş ki babasından başka da çaresi yok aslında. Bu şans sadece kendisi için de değil, kardeşleri ve fakir ailesi için. Ailenin mayası olacak o okulun sonu. Baba çaresiz. Ondan bundan borç buluyor gönderiyor. Birinci yıl bitiyor, ikinci yıl başlıyor. İşte o zaman başlıyor sorun. Defter yok, kitap yok. Okumak istiyor babam. Herkes aynı durumda. Kimse kimseye burs vermiyor. Yok ki versin. Zaten o zihniyet mevcut değil. Öyle böyle okul bitiyor. Öyle okulu uzatma, laylaylom deme şansı da yok. Arkasında o şansı verecek ana- baba da yok. Azimli bir köy çocuğu öğretmen çıkıyor. Nereye gönderirlerse gidecek. Gidecek ki köylü ana babasına, nenesine ilk maaşıyla istediklerini alacak. Sonrasında sevdiği kızı eve gelin getirecek.
Sonu ömrünün sonuna kadar çalışkan bir öğretmen. İyi bir baba, iyi bir çiftçi. Üstelik okulda öğrendiği iyi bir arıcı. Her emek , her çabanın bir dönüşümü var. Ama esas ana temelde yatan ne istemek, sevmek ve başarmak.
Hey Allahım. Nereden nereye geldim. Şimdi nasıl toparlayacağım. Anlayan anmıştır herhalde. Bazen kendimi yabancı bulduğum Şasnzelize dedikleri caddede yürürken aklımdan geçen düşünceleri dışıma vuramasam da her mevsimi, her insanı seviyorum.
Sonbahar! Sen insanın aklına neler getiriyorsun. Sararan yapraklar gibi umutsuzluk da yüklüyorsun. Ama neyse kışın sonunda İlkbahar var!