İÇİMİZDEKİ HAVALI CANAVAR
Bazen ve çoğu kere şehirde yaşadığımızı unutuveriyoruz.
İçimizdeki canavarı, zor bela ninnilerle uykuya yatırıp;
Zamanlı zamansız dürterek uyandırıyoruz.
Bazen öyle anlar oluyor ki;
Canavar,
Tavşan uykusundan..
Kanımız,
Damar borusundan..
Kıllarımız,
Tenimizden hortlayarak uyanıyor..
Dürtmeye bile gerek kalmadan,
İçimizdeki canavar” uyanıveriyor.
Bu canavar..
Bazen;
Vuvuzela,
Bazen;
Camın ardından sayılabilen otuz iki diş,
Bazen;
Ahtapot hükmünde el, kol, ayak, baş..
Bazen;
Fren,
Bazen de koyu dumanlı egzoz gazı oluveriyor.
Yellenen küfürler nefes borusundan ruhsatlı.
İnceldiği yerden kopuyor canavarın tasması.
Havalı kornası..
Vuvuzelası..!!
Şehrin tam göbeğinde bir yerlerde;
Bir hikaye yazılıyor, bir hayat yaşanıyor, bir film şeridi geçiyor..!!
Sessiz sakin insanca ve usulca..
Nihavent makamında yürüyüşler,
Rast makamında buluşmalar,
Segah makamında, kahkahalar,
Hicaz makamında konuşmalar var..
Caddelerin başında, sokakların ucunda, kaldırımda, yaya geçidinde.
İki eş;
Karı/koca tabii..
Usuldan ve fısıltılı sohbet etmekteler gözleri yolda.
İlerlemekteler.
Telaşlı değiller..
Küçük şehrin büyük öyküsüne değinmekteler.
Sakinler..
Ezberden yürümekteler.
Rahatlar.
Sekiz tekerlekli çocuk arabasının sundurmalı mütevazı bir kasası,
El işlemeli beyaz bir kundak örtüsü var.
İçinde emzikli bir bebek mışıl mışıl uyumakta.
Annenin karnı burnunda,
Karşıya geçecekler usulca..
Otobüsün hız engelleyici sette yavaşlayacağını ummaktalar akıllarınca.
Fren mesafesinin çok uzağında fark edilen halk otobüsü” ne zaman peydah olmuş,
Üç kişilik; bir de karnındaki bebekle dört kişilik aile yolun ortasında nasıl kala kalmışlardı.
O yeşil beyaz, ufak tefek otobüs, bir anda canavara dönüşmüş,
Havalı vuvuzela sesli korna ile ağzından alevler saçan dinazor oluvermişti.
Sekiz tekerlekli çocuk arabasında uyuyan bebek uyanmış,
Kadının karnındaki bebek tepinir,
Daha henüz görmediği bu canavar ve dinazor sesli havalı kornanın yüzünde nerede ise kaldırıma doğacak olmuştu..
Kadın karnını tuttu.
Adam uyanan çocuğunu kucağına aldı.
Otobüs şoförü havalı kornasının düğmesine basmadan önce siyah gözlüklerine bir kez daha dokundu.
Aynaya baktı.
Muhasebesini yaptı.
Yaptıklarını şöyle bir gözden geçirdi.
Gaza basmış,
Aileyi yolun ortasında da olsa yakalamıştı.
Havalı kornasına yüklenmiş,
Yolun ortasında kalan aileyi doğduğuna pişman etmişti.
Yol onundu.
Üstelik yakışıklıydı.
Kornası gibi..!! Havalıydı.
İkinci çocuğuna hamile karısı evden çıkmadan evvel sırtını sıvazlamış, ona koçum demişti.
Ve Fakat;
Aynada görmesi gerekenleri yine görememişti.
Bütün günü böyle geçiyordu.
Her gün yola insanlar çıkıyor, otobüse insanlar biniyor/iniyordu.
Çekilecek dert miydi bu..
O yüzden;
Umurunda bile değildi.
Vuvuzelasına bir daha bastıktan sonra,
Geri geri kaçan ailenin yanından…
İçeride konsolun altında zuladaki düğmeyi sağa çevirip; sadece dit” diyerek geçip gitti.
İşi biliyordu.
Az ileride diğer canavara/emsaline hava atmak için,
Zuladaki düğmeyi sola çevirecek,
Havalı kornasını vuvuzela gibi bağırtacak,
Zula düğmeyi tekrar dit” e ayarlamak için sağa çevirecekti.
Halbuki bir gün önce;
Aynı setin olduğu yerde;
Karısı ile el ele karşıdan karşıya geçerken,
Tenindeki kıllar çıldırmış,
Damarlarındaki kan beynine sıçramış,
Havalı korna ile kendisine selam veren meslektaşına ne küfürler etmişti.
Öyle ya.!!
Selam vermek için düğme havalı korna”ya mı getirilirdi.
Bu canavarlık değil de neydi.