Merhaba değerli Bolu takip okurları,
Merhaba kelimesi hayatımızdaki her yeni şeye başlangıçtır. Doğduğumuz günden, yaşadığımız ana kadar ilk kelimedir. Bir meclise girdiğimizde çevremizdeki tanıdık, tanımadık herkese Merhaba, selam, Aleykümselam, günaydın, iyi günler, iyi akşamlar…” bunlar anın zamanına göre değişir. Önemli olan verilen selamın içtenliği, samimiyetidir.
Bundan sonra inşallah sizlerle paylaşımlarımla birlikte olacağız naçizane, yüreğimizden dökülen, bir araya getireceğim cümlelerle… Çoğunlukla da öykülerimle demek daha doğru aslında. Hayatımızdan, yaşantımızdan kısa öyküler. Yalnız bu ilk yazımda biraz geçmişten, bugüne değişen yaşanmışlıklardan bahsedeceğim.
GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ!
Zaman çok çabuk geçiyor. Hepimiz ancak takvimlere baktığımızda,aynaya yada albümlere göz gezdirdiğimizde fark ediyoruz değiştiğimizi, değişimleri.Hayatımıza giren ve çıkanlarımızı.
Kâh azalıyoruz, kâh çoğalıyoruz ama genelde azalıyoruz günbegün. Eski günlerimizi yâd etmemizde bu sebepten olsa gerek. Geçmiş, yaşlandıkça daha çok özleniyor olsa gerek nedense geçmişe bir özlem açlığı var. Mesela ben, bu duyguyu çok yaşıyorum son zamanlarda. Geçmiş bayramlara, geçmişteki her an'a.
On bir ayın sultanı mübarek ramazan ayının son haftasını yaşıyoruz şu sıralar. Rahatsızlığım nedeniyle oruç tutamıyorum maalesef. Fakat eşimle birlikte özellikle sahuru geçirmeye çalışıyorum özellikle. Çocukluğumdaki sahuru arıyorum. En büyük zevkimiz sahur yemeğine kalkmaktı. Kaç defa tembih ederdim anneme kaldırması için. Uykulu gözlerle, yer sofrasına otururduk. Bir tabaktan yenilirdi yemekler. Şimdiyle kıyasladığımda yenilen yemekler, karbonhidrat içeren yiyeceklerdi. Mutlaka hamurlu yiyecekler olurdu sofrada. Ya makarna ya da yöresel yemeklerden kaşık sapı, hamur atmaç denilen yemekler. O yemekleri zevkle yerdik. Sonra uykuya yatardık. Biz üç kardeştik. Sanırım o anlara tat katan da kardeşlerim, annem, babam ve üst soyumuzdaki büyüklerimizle birlikte oluşumuzdu. Gaz lambası ışığında, sobada pişen yemeklerin tadı da farklıydı. Bahçemizde yetiştirdiğimiz sebzeler, tarladan kendi mahsulümüz unun tadı da farklıydı. Çünkü o zamanlar çoğunun belki de genetiğiyle oynanmamıştı. Komşuluklar da farklıydı. İnsanlar birbirini çok iyi tanıyorlardı. Üstelik kapılar asla kilitlenmezdi. Ancak, köy dışına çıkılırsa anahtarla kilitlenirdi. Özel işaretler de vardı mesela. Eğer kapının iki tutacağına bir sopa geçirilmişse ya bahçeye ya da yakın bir yere gidildiğini simgelerdi. Çocuk olduğum halde bunların hepsini öğrenmiştim. O yaşlarda yaşadığım ve doğadan, insanlardan öğrendiklerimi hiç unutmadım. Toprağı sevmem belki de o günlerden kalmadır. Ramazan biter, bayram başlardı. Bayram sabahı çok heyecanlanırdım. Sabahın köründe kalkar, üzerime bayramlıklarımı giyerdim. Babamın bayram namazından gelmesini beklerdim sabırsızlıkla. Onun elini öperdim. Sonra annemin, dedemin, abimin… Sonra şeker toplamaya çıkardık. Her toplanan şeker bizim için altın değerindeydi. Sonra da sayardık teker teker şekerleri. Kimin daha fazla oldu diye merak içinde. O şekerlerin tadı da, bayramların coşkusu da bambaşkaydı.
Size de öyle gelmiyor mu? Yoksa ben mi öyle düşünüyorum sevgili okurlar? Ne insanların tadı var, ne de bayramların. Bayramlar, tatil planlarını getiriyor bazıları için mecburen. Biz yaşlanıyoruz, enerjimiz azalıyor. Gençler eskiyi bilmiyor, haklılar yaşamadılar. Apartmanlarda, özellikle büyük kentlerde insanlar komşularını tanımıyor çok katlı mahalle haline gelmişler. Biz o manada daha şanslıyız. En azından mahalleli az da olsa tanıyor birbirini. Geçmişten gelen güzel hasletlerimizi unutmamamız, unutturmamamız dileğiyle hepinize iyi bayramlar diliyorum. Allah daha nice bayramlar göstersin inşallah.
Sağlıcakla kalın.