Günden güne, bir önceki günü arar oldum. Bacaklarımın dermanı kesiliyor. Ev şurada, mezarlık burada. Yamacına oturayım da azıcık hasbıhal edeyim.
Ah yaşlılık ah! Bana gelmez dediydim ama hemen geliverdi. Daha dün kızdım. Şimdi oldum bir kocakarı. Sana bunları, sağken anlatmamıştım. Meğer sen kara toprağın altına girince anlatacakmışım. Ben, genç kız iken çok güzeldim. Bana bir bakan, bir daha bakardı. Öyle, şimdiki gibi ojeymiş, dudak boyasıymış nerede bulacan. Belime kadar uzun saçlarım vardı. Onları tarardım, iğne oyalı yemenimi de başıma takardım. Çeşmeye su doldurmaya giderdim. Köyün bütün delikanlıları, arkamdan, ağzı açık ayran torbası gibi bakakalırlardı.
Ben, hiçbirine de yüz vermezdim. Beni alacak yiğit, taşı sıkıp suyunu çıkarmalıydı. Bir de çalışkandım ki, sorma gitsin. Çapaya giderdik. Herkesten önce girdiğim sırayı bitiriverirdim. Öbür kızlar, kıskançlıktan Çat” Diye çatlayacak gibi olurlardı da bana belli etmemeye çalışırlardı. Ama ben hissederdim. Fesatlık dolu bakışlarından. İyice çatlasınlar diye daha çok çalışırdım inadına.
Çok da cesurdum. Tek başına dağa, kışlık odun hazırlamaya giderdim. Dağ dediysem, öyle hemen köyün üst başı değildi. Atın üstünde tam bir saatte giderdim oraya. Ata da binmek herkesin harcı değil. Ne delikanlılar vardı da binemezlerdi atın üstüne. Bana hayranlıkla bakarlardı. Ben de onlara bakınca içimden Tüh ! Sizin erkekliğinize” derdim.
Hiç onlar gibi biriynen evlenmeyi istemedim. Benim kocam olacak adam, gerektiğinde Ayı ile bile güreşmeliydi. Boy, pos o biçim olmalıydı. Ne öyle, kısacık boy, çıtlı gibi bir vücut. Açtı mı ağzını, yer gök inleyecek. Kurt, kuş kaçacak delik arayacak. Onlara ben adam mı derim.
Köyün delikanlılarının çoğu bana yanıktı. Hatta bir tanesi bana haber göndermiş.
“Bana güzellikle varsın, yoksa onu kaçıracağım” demiş sünepe.
Ben de ona haber gönderdim.
“Sıkıyorsa, gelsin kaçırsın” dedim.
Ne bileyim o kadar salak olduğunu. Ondan sonra da unuttum gittim. Cesaret edemez nasılsa dedim.
Yine bir gün dağa gidiyorum atın üstünde. Yolda, karşıma dikilmiş bana,
“İn o attan. Seni kaçırmaya geldim” diyor.
Salak ayağına yattım. Attan indim. Benim kolumdan tuttu. Tutmasıyla, yere çarpılması bir oldu. Bir bağırıyor ki, çakallar bile onun gibi bağırmaz. Kimse yok etrafta. Bir biz, bir Allah. Onu, orada sıkıca bir dövdüm. Bana yalvarıyor. Ben ettim, sen etme” diye. O son oldu. Bir daha yaklaşamadı bana. Kimseye de anlatamadı. Anlatsa rezil olacak. Bu mesele de kapandı gitti öylece.
Evin kışlık odununu kendim hazırlardım. Ümidimi kestim. Ben sevdamı bekliyorum. Ama bir türlü karşıma çıkmıyor. İsteyenlerin içinde de öyle biri yok. Dağda, çamlara nacağı bir veriyorum. Kocaman ağaç Küttttttttttttttt” diye yere iniyor. Sonra onu, kesiyorum. Üst üste yığıyorum.
Çalışırken, arkamda bir ses duydum. Önce ayı sandım. Ama o mevsimde ayı olmaz diyorum içimden de. Sonra arkamı bir döndüm. Çam yarması gibi bir adam. Hiç de görmemiştim. Sana, öylece bakıp kalmışım. Sen de bana. Öylece epey bir bakıştık. Belli de etmek istemiyorum sana. Sonra beni hafif biri sanacaksın diye. Sonra suratımı astım. İşime, kaldığım yerden devam ettim. Heyecandan, elim ayağım titriyor. Sen, yanıma yaklaştın.
“Korkma! Ben seni yemem. Yardım edeyim sana” dedikten sonra yığdığım odunları tek başına atın üstüne bindirdin. O an anlamıştım benim erim olacağını. Meğersem dayın varmış bizim köyde. Ona geliyormuşsun. O gün, köye beraber geldiydik. Köye yaklaşınca bana dedin ki,
“Sen önden git. Dedikodu yaparlar şimdi. Adın neydi senin? diye sorduydun. Ben utancımdan senin adını soramamıştım.
Yüzüm pancar gibi kıpkırmızı, kalbim sanki arabanın motoru gibi atarak eve girdiydim. Meğersem aşk buymuş. Hep derlerdi de başıma gelmediydi.
Bir hafta sonra da beni istettiydin. Bir ay sonra da karındım senin. Her günümüz bayram gibi geçti seninle. Sana bakınca, çok şanslı hissederdim kendimi. Ellerin karılarının yüzü gülmezken, benim yüzüm hep gülerdi. Bana hiç kıyamazdın. Sert görünmeye çalışırdın ama ben anlardım. Beni şımarmasın diye öyle yapardın. Niye şımaracaktım ki. Ben, sana sevdalıydım. Bana üç tane evlat verdin. Hepsi de pırlanta kadar değerli.
Ah Mehmet, çok mutlu ettin beni. Ama boyuna, posuna yakışmayan bir şey yaptın. Çabuk öldün. Esas, şimdi lazımdın bana Mehmet'im. Çoluk, çocuk şehre gitti. Kimse yok yanımda. Gitmeseler ne yapacaklardı? Devir artık bizim devir gibi değil ki. Geçim zor artık. Ama bayramlarda geliyorlar. Elimi öpüyorlar. Ana, yanımıza gel diyorlar. Ev üstüne ev olur mu? Hem o zaman ben sana her gün nasıl geleceğim. Bir gün gelmesem, özlüyorum ben seni. Geliyorum, otlarını temizliyorum. Toprağını suluyorum. Dualarımı ediyorum. Evde otursam, ne yapacağım? Duvarlar bana bakacak, ben duvarlara.
Komşulardan, bir kaşık çorba pişirelim diyen yok. Kapımı açan da. Güç, kuvvet, takat da kalmadı. Yüzüm kırış kırış oldu. Beni görünce, korkacaklar diye ödüm patlıyor. Namazımı kılıyorum. Sana geliyorum dertleşelim diye. Başını şişirmiyorum değil mi Mehmet'im.
Az kaldı Mehmet'im. Bugün, yarın ben de gelirim yanına. E, hayat işte bu. Doğduk, büyüdük, öleceğiz. Ben, yine yanına gelirim yarın. Allah, ömür sağlık verirse. Vermezse de salınan gelirim. Yanı başındaki boş mezar yerine. Şimdilik hoşça kal Mehmet ‘im.