EŞREF’İ MAHLUKAT

Abone Ol

İnsan denen mahlukat, enteresan bir varlık.

Sana/bana/bize/size.!

“Düşünen hayvan” diye bir tabir kullanıyorlar ya.!

Buna acayip içerliyorum.

İçinde “hayvan” kelimesi geçtiği için falan değil.

Dışında “Düşünmek” var ya..!

Ona takılıyorum.

Ne düşünmesi. Ne düşüncesi. Neyin muhasebesi.

Bence insanoğlu karıştırıyor.

Düşünmeyi diyorum..!

Hani şu hayvanlardan ayrı,

İnsanlara özel düşünme meselesi.

Eksile eksile,

“Düş”e dönüşmüş.

Rüya aleminin varlıkları olmuşuz.

Sadece uyku olsa/kalsa;

Zararsız göreceğim.

Yatağında mışıl mışıl uyuyor;

Boyu uzuyor diyeceğim.

İş öyle değil tabii.

Hani gençlerin bi lafı var seviyorum onları ve şu kelamı.

“Neyin kafasını yaşıyon”

Demek istediğim de tam da bu galiba.

Bazıları düşünemiyor..

Düşleriyle konuşuyor,

Düşleriyle kavilleşiyor,

Düşler dünyasının, uyku hanesinde ikamet ediyorlar.

Hiçbir sorumlulukları yok.

Hayat sadece onlar için var sanki..

Sen/ben/biz/diğerleri umurlarında değil.

Varsa yoksa kendileri/itiyatları/hayalleri/imgeleri/egoları..

Düşünüyor gibi yaparak, düş kuruyorlar.

Düşlerin sınırlarını kırıyorlar.

Demem o ki;

Oltaya takılan balık kadar dahi düşündüklerine inanmıyorum.

Bir şehirde yaşıyorlar ama,

Yalnızlar.

Bir şehirde yaşıyorlar ama,

Hissizler.

Bir şehirde yaşıyorlar ama kendilerinden başkasının farkında,

Değiller.

Bunları neden yazdım/yazıyorum.

Bir TÜKÜRÜK.! yüzünden.!

On beş gündür araç kullanmıyorum.

Gideceğim uzak bir yer varsa da, umumi ulaşım araçlarını tercih ediyorum.

O gün de böyle oldu.

Keyifli ve seyirli bir yolculuk yapacağımdan emindim.

Elimi soğuk su'dan, sıcak su'ya değdirmeden istediğim yere varacaktım.

Havalı kapı yana açıldığında, gözüm kaptana takıldı ki;

Bu dünyalı kardeşimi, gıpta ile takdir ettim.

Tıraşlı bir yüz, kısa, düzgün ve üstelik naturel (abartısız) kısa kesilmiş saçlar, saçların üzerine konuşlanmış güneş gözlüğü,

Çok düzgün ütülenmiş beyaz bir gömlek,

Jilet pantolon ve boyalı mokasen ayakkabılar şoförden daha ziyade beyefendi görünümüyle, sanki şehirler arası uçarak yolculuk yapacağım hissine kapıldım.

İkirciklenmeden/düşünmeden/safiyane bir kocaman aferin çektim içimden; başımla selamlayarak hemen bir arkadaki koltuğa konuşlandım.

Bir güzel hava vardı dışarıda, yarım aralık camdan rüzgar esmekteydi serinden.

Otobüsün içi biraz arabeskti ama her bir şey simetrikti.

Dantelli örtüler, renkli üç tane yan yana durmuş kocaman zarlar, boncuklar, bebekler, örtüler, peluşlar, kanaviçeler, ek aynalar, şunlar bunlar.

Otobüs içindeki gizli kamera her açıya hakimken, kaptan şoförde her bi şeyi dikiz ediyordu usuleten.

Ciddi idi.

Online sipariş edilmiş bir hali, özgüven yüklü bir tarzı vardı.

Şıktı ama yüzü asıktı.

Bayramlıklarını sanki zoraki giymiş gibiydi.

Bir şeyler tersti.

Bir aksilik vardı. Bir şeyler olacaktı. Bir şeyler eğreti idi baştan beri.

Otobüsün kokpiti evin misafir odası gibi tanzim edilmişti.

Bir şekerlik eksikti;

Kolonya camın yanında, şoföre yakın duruyordu.

Her bi şeyi baştan düşünmüştü kaptan.

Giyimini de muhtemelen akşamdan..

Her şey düş gibiydi, alışık olmadığımız türdendi.

Sonra ne oldu ise oldu.

Kaptan.!

İstanbul Boğazından girdi, Çanakkale boğazından çıktı sanki.

Bütün boğazları, küçük dilinin etrafını, damağının tamamını bir hırıltı ile temizler gibi yaptı. Galiba derledi, topladı, bohçaladı aklınca.

Solundaki pencereyi açıp, camdan ağzının içinde çalkalayıp kıvama getirdiği şurubu tuu” diyerek caddeye boşalttı.

Sağlamasını da mendille yaptı ki;

Elinin tersi burnuna gitmiş, elinin içi “DAT” diye kornayı itmişti.

Girerken gördüğüm onca güzellik,

Ütülü gömlek,

Mokasen ayakkabı, jilet pantolon,

Sinek kaydı tıraş,

Misafir odasını andıran otobüs,

Nereye gitmiş/kaybolmuştu.

Düşünüyorum da..

Araca gösterilen onca itina,

Giyim kuşam, kılık kıyafete özen,

Caddeye tükürmek için mi gösterilmişti.

Sokağa tükürmek için bu kadar merasime ne gerek vardı ki.

Bayramlıklarını neden giymişti.

O otobüs kimin için süslenmişti.

Boğazlar ne için temizlenmişti.

Bu ne yaman çelişki idi Yarabbi.

Bir sonraki durakta indim.

Günlerden Pazardı.

Parkta kimileri bir yerlere konuşlanmış, kimileri koşuyorlardı.

Mutluydular.

O gün işleri güçleri yoktu.

Sahipli;

Altın rengi tüyleri ve alımlı tasmasıyla bir köpek, sağ ayağını kaldırmış ağacın dibine işiyor,

Sahipsiz;

Bir kedi, duvarın dibine doğranmış ekmeklere ilişiyordu.

Kimseye ilişmeden parkın ucundan hem yürüyor,

Hem düşünüyordum.

Neyi mi.?