Gocaoğlan muhtaç olmuş kuru soğana…

Çok doluydu…

Konuşurken sesi titriyordu, belli ki korkuyordu

Ve incinmişti,

‘Ne istiyorsun' dedim,

‘Yüz yüze görüşebilir miyiz?' dedi, kabul ettim.

Söylediği yerde buluştuk…

Açlıktan karnı sırtına yapışmış vaziyetteydi.

Anlattı

“Hoca ayıptır, yazıktır günahtır,

Basında;

“Bolu Dağı Polis Evi Bölgesi'ndeki ormanlık alanda bulunan kestane ağaçlarından dökülen kestaneleri toplamaya çıkan Abant İzzet Baysal Üniversitesi Meslek Yüksek Okulu personeli Şeref Öztürk, dün saat 15.00 sıralarında aynı bölgede kestane yemeye gelen bir ayının saldırısına uğradı…” diye haberler çıkıyor, ayıp oluyor” dedi.

Yapmış olduğum şey doğru değil ama olayı bir de benden dinleyin” dedi

Anlattı…

Malumunuz biz yazın yeriz besleniriz, kışın uykuya yatarız. Onun için yiyecek bir şeyler aramaya çıkmıştım.

Böğürtlen aradım, kızılcık aradım, ahlat aradım bulamadım,

Dolaştım da dolaştım.

Alıçlar toplanmış, mantarlar toplanmış,

Ne kanlıca kalmış, ne ayıca,

Ne sığırdili, ne tellice…

Ceviz kalmamış, acı bal kalmamış, kuşburnu kalmamış…

Dereye gidiyorsun; balık da kalmamış…

Efkârlandım.

Arada sırada yiyip de kafayı bulduğumuz ‘ayı yemişini' aradım, baktım ki onlar da dımdızlak kalmış.

Bir baktım kestane ağacı…

Tam oraya yönelmiştim ki, isminin Şeref Bey olduğunu basından öğrendiğim kişi ile karşılaştım.

Selam verip içler acısı durumumuzu anlatayım dedim.

Nasıl olsa şehirde apış aralarını kurcalayan,

Caddenin ortasında burnunu temizleyen,

Arabasını uygunsuz parkeden, kanun kural tanımayan ve haksız yere bize benzetilen arkadaşlarımdan dolayı beni tanır dedim.

Dedim de, tanımadı.

Beni görünce panik yaptı.

O panik yapınca ben de bana bir şey yapacak diye kendimi savundum.

Şehirler sizin, ama ormanlar da bizim yaşam alanımız Muharrem Hoca!

Ormanlara gelin, görün, gezin, eğlenip oynayın, gelmişken de Tanrı'nın hepimize bahşetmiş olduğu nimetlerden de tadın.

Ama sorarım; ne alemi var aç gözlülük yapıp da bizim gıdalarımızı toplayıp şehre götürüp satmanın.

Biz ne yiyeceğiz, yavrularımıza ne yedireceğiz, kış kıyamet günler nasıl geçer düşündünüz mü?

Biz şehre insek, sizlerin sofralarına davetsiz otursak,

‘Tanrı misafiridir' dersiniz, gönlümüzü hoş edersiniz,

Bir daha gelsek, yine boş çevirmezsiniz.

Ama her gün gelsek, yesek içsek, mutfaktaki erzakları da toplayıp ormana götürsek kızmaz mısınız?

Benim durumum da aynen böyle. Ben Şeref Bey'i gıdamızı toplayıp şehre götürüp satacak olanlardan sandım,

Yanılmışım…

Yani kasıt yok, suçum yok! Ben ekmeğimin kurbanı oldum, yanlış anlaşıldım.

Sonrasını siz biliyorsunuz” dedi.

Ve Şeref Bey'den de özür dilemeyi ve geçmiş olsun demeyi de ihmal etmedi.

Valla aracıya zeval olmazmış, o anlattı ben de yazdım.

Gördüm ki;

Goca oğlan muhtaç olmuş kuru soğana,

Sözün özü ise halden anlayana…