Cinnetin eşiğine ülke olarak o kadar yakınız ki artık, elimizi kana bulamak düşüncelerimizin ötesiyken şimdi her saniyemizde. Eşlerimizi, çocuklarımızı, dostlarımızı ailelerimizi katlediyoruz. Ne ara bu kadar çığırından çıkmış bir ülke olduk anlaşılması çok güç… Vicdanlarımızın üstü tozlanmış gibi, duygularımız alınmış robotlar misali yaşıyoruz. Eskiden sevmek fiilinin anlamını bilirdik, şimdi ne sevgi var yüreklerimizde ne saygı. Dillerimiz konuşmayı unuttu, sohbet etmeyi unuttu…

Bu hafta yine ülkeyi cinayet haberleri sardı. İnsanlar eşlerini bıçakladı, vurdu… Şöyle bakıldığında o kadar sıradanlaştı ki çok da acımıyor kalplerimiz böyle haberlere… Sabır dediğimiz o sınır eşiğimiz kalmamış gibi… Bakıldığında kıskançlıktan çıkan kavgaların sonu ölüm oluyor. Aldatıldığını öğrenen eş, ayrılık kararı alan aileler cinayetle yüz yüze oluyor. Sözde çok sevdiğinden işlenen cinayetler, sevdiğinin bir daha hiç nefes almayacak olması onları üzmüyor. Düşünmüyorlar gerçi gözlerini kapatmışlar.

Bunların yanında hayatlarından vazgeçen gencecik bireyler var. Yaşamak bir sorun, nefes almak eziyet gibi hayatlarda. Kurtuluşun intihar olduğunu düşünüp kıyıyorlar tazecik bedenlerine. Düşünmüyorlar arkalarında bıraktıklarını… Geleceklerini… Neden bu gençler bu eşiğe bu kadar kolay geliyor düşünüyor muyuz? Hiç sorguluyor muyuz nerede yanlışlık olduğunu?

Ülkenin durumu, krizler, enflasyon, iş kaygısı, işsizlik… Yıllarca emek verilmiş, dosyalarda bekleyen diplomalar… Hepsi bir çığ gibi üzerimize düşüyor. Kişisel kaygılarımızdan, sorunlarımızdan ya kendimize ya çevremize zarar veriyoruz. Gün geçtikçe kötü bir hal alıyoruz. Ama oturup düşünmüyoruz. Düzeltmek için bir çaba göstermiyoruz.

İçimize kapandık toplum olarak, dertlerimize derman bulmaktan kaçar olduk artık… Dermanı ya çevremize ya direkt sonuç odaklı kendimize zarar vermekte bulduk. Farklı alternatiflerimiz yok. Eski fotoğraflarda kaldı güzel hayatlar siyah beyaz ama sahici suratlar. Çabalayan, emek veren hayatlar. Yıllar geçtikçe sarardı değerlerimiz. Hiçbir şey iyiye gitmiyor tam tersi istikamette son sürat ilerliyor. Çocuklarını, kadınlarını, ailelerini, hayvanlarını, öğretmenlerini, öğrencilerini, gençlerini ve daha nice normlarımızı korumayan bir ülke olduk. Öfkelerimiz ve önyargılarımızla adım atmaktan korktuğumuz caddeler kurduk şehirlerimize. Evlerimiz en güvendiğimiz alanlar değil artık.

Hatalarımızdan ders çıkarmayan, hep aynı noktalarda ve zihinsel kalıplarda gidip gelen, empati ve demokrasiden habersiz ve bir o kadar da ilgisiziz. Gittiğimiz yere kadar yalpalayarak varıyoruz, dönüş yolumuzu pek düşündüğümüz söylenemez. Yarınımız yok bugünü kurtarsak yeter mantığı ile ne kadar daha ilerleriz acaba?