Onu ilk kez rıhtımda yürüyüşe çıktığımda görmüştüm Üzerinde haki renkte bir takım elbise vardı. Başında da modası geçmiş türden bir fötr şapkası ile tam bir İstanbul Beyefendisi görünümündeydi. Oturduğu bank sanki ona tahsis edilmiş gibi ilk gördüğüm gün ve sonraki günlerde hep aynı yerde ve aynı vaziyette otururdu. Gözleri ufuk çizgisinin ötesinde bir yere takılmış gibi uzun uzadıya bakardı. Günlük rutin yürüyüşlerim esnasında onu gördüğümde, merakım daha çok artıyordu. Bakışları çok hüzünlüydü. Kimdi? Neden hep o bankta oturuyordu.

Yine yürüyüşe çıktığım bir gün, bütün cesaretimi toplayarak yanına oturdum. Benim varlığımdan, nefes alışımdan habersiz, aynı noktaya bakmaya devam ediyordu. Yüzünü incelemeye başladım. Bakışları sabitlenmişti fakat göz çukurlarından inen yaşları görmemek mümkün değildi. Yüzündeki kırışıklıklar, meşe ağacının kabukları gibi derindi. Epey bir zaman o şekilde oturduk yan yana. Sonunda, derin bir uykudan uyanmışçasına beni fark etti. Bana dönerken, bir yandan da gözlerindeki yaşları silme telaşına düştü. Elleriyle gözyaşlarını sildi ve bana belli belirsiz gülümsemeye çalıştı. Duruşu ve bakışı tıpkı Büyükbabamı hatırlatıyordu. Büyükbabamla çok fazla vakit geçirememiştim. Büyükbabamla aramda özel bir bağ vardı. Bakışlarımızla anlaşıyor, o yaşta ne demek istediğini anlayabiliyordum. Kısa bir süre sonra da ani kaybı beni çok üzmüştü. Garip adamın bakışlarında da Büyükbabamın hayali yerleşmişti sanki. Oysa Büyükbabamı hiç ağlarken görmemiştim. O hep, utangaç bir gülümsemeyle bakardı bana. Dalgın bir şekilde, karşımdaki garip adama bakmaya devam ediyordum. Sessizliğin bir şekilde bozulması, konuşmaya bir şekilde başlamam gerektiğini fark ettim.

-Merhaba.

-Merhaba oğlum.

-Kusura bakmayın efendim. Sizi rahatsız etmiyorum inşallah.

-Estağfurullah oğlum. Ne rahatsızlığı. Bilakis memnun oldum yanıma oturmanıza.

-Sevindim efendim. Ona çok benziyorsunuz.

-Kime?

-Büyükbabama

-Büyükbabanıza mı?

-Evet, Büyükbabama.

-Ne güzel. Sever miydiniz Büyükbabanızı?

-Evet, çok severdim. Çok fazla kalamadı benimle ama kaldığı süre de dolu dolu geçti.

-Ne mutlu size ve Büyükbabanıza.

-Aslında yanınıza özellikle oturdum. Sizi uzun zamandır izliyorum.

-Neden izliyorsunuz?

-Bilmiyorum. Hep aynı bankta oturuyorsunuz, aynı noktaya bakıyorsunuz.

-Çok mu belli oluyor acı çektiğim.

-Biraz…

-Adınız ne oğlum sizin?

-Kerem efendim.

-Aslı ve Kerem gibi yani.

-Sadece Kerem diyelim, henüz Aslı’yı bulamadım efendim.

-Zaten Aslı ve Kerem sadece efsanelerde var. Ayrılık varsa aşk oluyor. Tıpkı benim gibi.

-Nasıl?

-Bu yaşlı adam çok ilgini çekti değil mi oğlum? İnsan yaşlandıkça umutları da yok oluyor. Yavaş yavaş sona doğru ilerlediğini anlıyorsun. Bir hayalin peşinden, umutsuzca sürükleniyorsun. Koca bir ömür, tıpkı yavaş yavaş çürüyen bir ağaç gövdesi gibi ufalanıyor. Bana gelince, ben neden burada aynı bankta oturuyorum. Uzun hikâye, dinlemek ister misin?

-Sizce sakıncası yoksa evet dinlemek isterim.

-Konuşmaya ne kadar çok ihtiyacım varmışda farkında değilmişim. Sayende onu anladım. Her neyse. Bir kızı sevmiştim. Aradan kaç yıl geçtiğini bile hatırlamıyorum şimdi. Görür görmez vurulmuştum. Sonunda görüşmeye başladık. Ben onu taparcasına seviyordum. Onsuz bir an bile geçirmek istemiyordum. Zaman geçtikçe birbirimize daha fazla bağlanıyorduk. Sevinçten yere göğe sığamıyordum. Diğer yandan, büyünün bozulmasından çok korkuyordum. O, benden biraz farklıydı. Ara ara tutarsızlıkları, davranışlarında değişiklikler ortaya çıkıyordu. Hem benimleydi. Hem değildi sanki. Umurumda bile değildi bu durum. Elimden tuttuğu anda, her şeyi unutuyordum. Çok gizemliydi. Başka bir yerde asla buluşmaz, sadece burada buluşur, sonra doyasıya gezerdik. Günün bitmesini asla istemezdim. Zaman hiç ilerlemesin, o yanımdan hiç gitmesin isterdim. Diğer yandan da onunla bir ömür boyu beraber olabilmek için hazırlıklara başlamıştım. Her şey mükemmel olmalıydı. Ailemle konuşmuş, onları bu evliliğe ikna etmiştim. Her şey tamamdı. Sadece onu ailesinden istemek ve o muhteşem günün tarihini belirlemek kalmıştı. Her buluştuğumuzda bu konuyu ona açmaya çalışıyor fakat ne hikmetse konuşamadan ya beni susturuyor, ya da bahane uydurup kaçıyordu. Sadece adını biliyordum. Adı Melike idi. Nerede oturduğunu, ailesini sır gibi saklıyordu. Zamanla düzelecekti. Her şey yoluna girecekti elbet. Anlayamadığım, çözemediğim bu sorunların üstesinden de gelecektim. Sadece beni sevsindi. Ona güzel bir evlenme teklifi yapacaktım. Yüzüğü aldım ve burada beklemeye başladım. Gelme saati yaklaştıkça, yüreğim hızla atmaya başlamıştı. Zaman geçmek bilmiyordu. Sonunda onu gördüm. Koşarak ona gittim. Beni gördüğüne hiç sevinmemişti sanki. Alelade bir şekilde selam verdi ve durdu karşımda. Bir terslik vardı sanki. Ona sarılmaya kalktım. Kibarca uzaklaştırdı beni kendinden. Üstelemedim ve havadan sudan konuşmaya çalıştım. Karşımda ruhsuzca duruyordu. Sebebini sordum. Ağzında pek anlamı olmayan kelimeler geveledi. Elinden tuttum ve bu banka getirdim. Oturduk. Yüzüme baktı ve

-Seninle birlikte olamam Hüseyin

-Neden?

-Sebebini sorma bana. Hiçbir nedeni yok. Gidiyorum ben.

-Nereye gidiyorsun. Geleceksin tekrar değil mi?

-Hayır gelmeyeceğim. Soru sorma ve beni unut.

-Nasıl istersin benden böyle bir şeyi? Yaşadıklarımız, yaşayacaklarımızın hiç hükmü yok mu?

-Bir rüya gördük ve uyandık farz et.

-Rüya değil yaşadıklarımız. Bana açıklama yapmak zorundasın. Buna hakkım var. Gizem vardı aramızda. Sadece adını biliyorum. Seni zorlamadım hiçbir şey için. Ama şimdi hiçbir neden yokken gidemezsin. Sebep ne? Neden gidiyorsun, nereye gidiyorsun?

-Dedim ya sana. Bir rüya gördük ve bitti. Herkes yoluna. Beni arama. Seni hiç sevmedim. Sen körsün. Hem de aptal bir körsün. Başka bir açıklaması yok. Beni sevmen hoşuma gitti ve devam ettirdim bu macerayı tamam mı? Elveda. Arama sorma ve beni unut aptal âşık.

-Seni asla unutamam. Bir ömür geçse bile asla unutamam. Bırakma beni sevgilim.

-Hadi be! Saçmalama artık seninle uğraşamam.

Koşarak uzaklaştı benden. Şaşkın bir şekilde kalakaldım. Vücudum taş kesilmişti. Elimdeki çiçek buketi ve yüzük kutusu ellerimden kayıp düştü yere. Aklım başıma geldiğinde arkasından koşmaya başladım. Rıhtımın az ilerisindeki yolda bekleyen bir arabaya bindiğini gördüm sonunda. Koştum, koştum, koştum fakat yetişemedim. Arabanın arka camında son kez yüzünü gördüğümde o da ağlıyordu tıpkı benim gibi. Aylarca araştırdım, aradım fakat izine rastlayamadım. Yaşadıklarım tıpkı onun dediği gibi rüyaydı sanki. Kimdi? Neden gitti. Nereye gitmişti. Bilmiyordum. O günden sonra hep geldim buraya. İşte evlat. Aşk böyle bir şey. Kim bilir belki de hiç sevmedi beni. Sevseydi gitmezdi. Hepsi muamma. Gerçek olan tek şey ise benim onu ölesiye sevmem. Dedim ya sadece aşk masallarda vardır diye.

Kelimeleri bir araya getirerek bir cümle kurmakta zorlanıyordum. O ise o günkü acıyı yüreğinde hissediyor gibiydi. Fakat bana anlatmakla rahatlamıştı biraz olsun. Biraz daha oturduk sessizce, konuşmadan. Sonra doğruldu oturduğu yerden. Bana döndü;

-Evlat adın neydi oğlum?. Belki söylemişsindir ama unutuyorum işte.

-Kerem Efendim.

-Benim adım da Hüseyin. Yarın yine görüşürüz tamam mı? Bugünlük yeter bu kadar. Gençliğinin kıymetini bil tamam mı?

-Tamam efendim. Yarın görüşmek üzere o zaman.

-Eyvallah!

Yaşlı bedenini sürükleyerek uzaklaştı benden. Arkasından uzun bir süre baktıktan sonra yürümeye başladım tekrar. Hayat ne kadar garipti, tıpkı bu yaşlı adam gibi.