Nerden bildi geldi.

Nasıl buldu, etti, gitti bilmiyorum.

Boylu poslu iri bi adamdı.

Kapıdan belirdiğinde, gençliğinde kapılara sığmayacağına dair bir düşünce hasıl olmuş, gür beyaz sakalı, asık ama sevimli yüzü tanıdık gelmişti.

Kırk yıllık akrabam gibi, dikilmiş bana bakıyordu.

Yavaş ama baya bi ağırdan alarak oturdu.

Bastonunu sağ yanına, elindeki naylondan renkgarenk örme pazar çantasını sol yanındaki koltuğa bıraktı.

Derin bi nefes aldı, verdi! Bi daha aldı; ciğerleri havaya acıkmış gibi çiğnemeden soluyor, nefes alıp verirken, göğüs kafesinden bi canavar çıkacakmışçasına büyüyüp küçülüyordu.

XXX

Bunlar olup biterken,

Onun vücut dilinden manalar çıkarmaya, söze ben mi başlasam yoksa beklesem de; o mu başlasa ikilemleri arasında gidip geliyordum.

Sonra ansızın bana döndü, takma üst damak dişlerini düşürmemeye dikkat ederekten

  • “Nasılsın” diye sordu.

Ak sakalı kadar gür sesi, odada şöyle bir yankılandı; duvarları döndü, karşımdaki masaya kondu, oradan duvardaki tabloları bir bir dolaştı bana kadar geldi.

Koltuğumla bütünleşmiş, oturduğum yerde sandalye gibi olmuştum.

  • “İyiyim sen nasılsın” diyebildim.

Yaşlı adam kapıdan girdiğinden bu yana; dilim damağım kurumuş, yıllardır su içmemişçesine yutkunur olmuştum.

Ağzımın kuruduğunu, dudaklarımın çatlamaya yüz tuttuğunu hissediyordum.

Kalbim durmaya, nabzım atmaya meyilli hallerinde; kah küçülüyor, kah büyüyordum.

Ortası yoktu; nitekim uluorta bi insandım karşısında?

Kitabın orta yeri kaybolmuş, satırları silinmiş, konuşacak mevzular kuş olup uçmuştu.

Söyleyecek cümlem kalmamış, yaralarıma atılan bütün dikişlerim atmıştı.

Yaman bir adam olduğu her halinden belli amcanın, muhabbeti karşısında mahkumiyetim, müebbet olmuştu.

XXX

Söze o başladı ve uzun uzun hiç üşenmeden anlattı, anlatmadıklarını da ben tahmin ettim.

Köy ve dünya işleri onu fazlasıyla yormuş, komşularının hora geçirmediğinden dem vurmuştu.

Söylediğim demli çayı içerken elleri titriyor, nefesi çayı dudağına çekmeye yetmiyordu.

Bağlar, bahçeler, sürdüğü tarlalar, biçtiği buğdaylar, diktiği fidanlar, yaptığı çeşmeler yabancı geliyor,

Köyde her bi şeye eli değmiş, cephede düşmana silah sıkmış olmasına rağmen, şimdi yetemediğine belli ki bağrı yanıyordu.

Keşke dilleri olsa da konuşabilseydi; ekilmiş tarlalar, un olmuş buğdaylar, ağaç olmuş fidanlar, akan çeşmeler şahit olabilseydi.

Elinde bir örme naylon torbası, diğer elinde bastonu ve birer kardeş çocuğuyuz dediği Hüseyin Özyaman'ın poşette özenle sakladığı fotoğrafı onun için inanılmaz kıymetli idi.

Hiç hız kesmedi, ben de sözünü kesmedim…

O anlattıkça adeta hiç oldum; Vay dedim! Hay dedim!.

O anlattıkça yoruldum, yoruldukça tüy gibi oldum mecazen.

Tüylerimi kanat, adamın dertlerini telek yapıp odanın penceresinden uçtum; üzüntümden aldım başımı gittim.

Yorgun argın geri döndüğümde kahırlı yaşlı adam hala konuşuyor, ben hala oturduğum yerde onu dinliyordum.

XXX

O konuştukça yorulmuş ben dinledikçe demlenmiştim.

Bu arada oda küçülmüş, kahırlı yaşlı adamın çantasına girmiş, sohbet karşılıklı konuşmaya kadar ermişti.

Adının Mevlüt Pulat, yaşının doksan dört olduğunu söylediğinde, menzilinin hayli uzun olduğuna, ak sakalının boşuna ağarmadığına tanık oldum.

Uzun uzun konuştuk, hatıralarını dinledim, kendisine eşlik ettim.

Yaşının verdiği tecrübesini, ezberindeki hatıralarını, darbımesellerini, derdini, sevincini, şükürlerini, hikayelerini ve bir kaç damla gözyaşını bırakıp gitti.

Allah ondan razı olsun, huzurlu olsun, var olsun, sağ olsun..

Yaşayan bu kıymetli insanlarımızı dinlemek; bir nev-i demlenmek gibi bir şey..

Mevlût Amca'mı kapıdan girdiğinde hissettiğim yakınlık boşuna değildi elbet.. Onda babamın nurlu ve yorgun yüzünü, sıkılı yumruğunu, kırık kalbini, sağlam yüreğini gördüm.

Mevlüt Pulat Amca çok teşekkür ve dua ederim.