Ben devrimleri de,

Devrimcileri de severim.

Hatta hatta.! saygı duyarım.

1970 li yıllardı.

Öğretmen Okulları resmi okullardı.

Okutulduğumuz ders kitapları, okuduğumuz romanlar, işlenen konu ve temalar bir müfredatın gereği idi.

O yıllar okumadığımız Rus klasiği kalmamıştı.

Dostoyevski, Tolstoy, Maksim Gorki, okumayanlar edepsiz,

Kemal Tahir, Yaşar Kemal, Fakir Baykurt, Orhan Kemal gibi yazarları okumayanlar edebiyatsız olarak nitelendirilirdi.

Roman özetleri yarı ömrümüzü alırdı.

Öğretmen okullarında yok yoktu.

Müzik derslerini piyano ile işler; öğrendiklerimizi mandolinle hem çalar hem söylerdik.

Resim derslerimiz atölyelerde gerçekleşir; öğrendiklerimizle çizer boyar ve sulu/yağlı boya tablolar üretirdik.

Teorinin pratiğe dönüştüğü esaslı okullardı.

Enerjimiz hiç yarıda kalmaz, ürettiklerimizi tüketme imkanları sunulurdu.

İş okumaya, romanları bir solukta yarılamaya durunca; kahraman olmaya çok yakın olduğumuzu sanmıştım.

Hayat; hiç de göründüğü, yazıldığı, çizildiği, bestelendiği gibi değildi.

Anadolu coğrafyası ile okuduğumuz kitaplar arasında benzerlikler kurmaya çalışıyor olsam da.!!

Sorular pek çok defa çalışmadığımız yerlerden geliyor, solculukla aramıza halka ve dine bakış giriyordu.

XXX

Pir Sultan Abdal'ın

"Geçti dost kervanı eyleme beni"

Türküsünü ilk dinlediğimde neler atladığımı; fark edince/fark ettirilince hüngür hüngür ağladığımı ve çok utandığımı hatırlıyorum.

Kervan gidiyor ve biz halâ bu dünyada eğleniyorduk.

Güneş doğuyor ve batıyor.

Ay doğuyor, sonra o da batıyordu..

Büyüdükçe, yaş erdikçe, akıl aslını buldukça

Dostluğu, ahretlik denilen yol arkadaşlığını tek tek kaybedildiğini görüyordum.

Bu ayrılıklar, ölümler; ölümden beterdi.

Arif Hocam çocuk yıllarımda bana neler öğretmiş, kulağıma neler fısıldamıştı halbuki.

Güzel adamların arkasından bakakaldığımız yıllardı.

Barış Manço'nun bıyıklarına takıntı yapıldığı, laf edildiği berbat günlerdi.

Plaklar onun sesinden şöyle dönüyordu.

"Ölüm Allah'ın emri, şu ayrılık olmasaydı."

"Bu ayrılık bana ölümden beter"

"Geçti dost kervanı, eyleme beni"

"Geçti dost kervanı, eyleme beni"

Sadece güzel insanlar değildi; ardından bakakaldıklarımız.

Çaresizliğimiz, yalnızlığımız, kimsesizliğimiz de vardı işin içinde.

Dostluktan, dostlardan ayrılıktı bir nevi.

İnsana, fikre, coğrafyaya, konu komşuya, ümide, arkadaşa, hısıma, akrabaya dostluk.

Nihayetinde;Peygambere, Hakk'a ve yola dostluk.

Ardından bakarken ızdırap duyduğum bir yol dostu daha bu dünyadan göçtü gitti.

Bu klas adam..

"Ben bir şeyi hiç mi hiç az sevemedim"

"Hele orta hiç sevemedim"

"Hep çok sevdim"

"Arkadaşlarımı da severim"

"Yeryüzüne biterim"

"Eve portakal aldığımda kasayla alırım"

"Dayanamayanlar çürür" demişti.

Sonsuz sevgisinden emin, taşıdığı yükünün farkında.

Devrin hızında, kargaşasında izi kaybolan, belli belirsiz anlarda görünen bir yolun son yolcusuydu.

Batı kaynakları ve geçirdiği tedrisata rağmen kafası hiç karışmayan bir güzel adamdı;Nuri Pakdil.

XXX

Kapıldığımız kendimizi kaptırdığımız yeni nesil suni hayatlarımız onu anlamakta belli ki güçlük çekti.

Yaşantılarımızı yüzümüze çarpan, halimizle, ahvalimizle, iki yüzlü hallerimizle bizleri yüzleştiren bir güzel adamdı Nuri Pakdil.

Her şey değişse.! değişmeyen.

Herkes gitse.! gitmeyen.

Her şey sahteleşse.! sahteleşmeyen.

Her şey bayağılaşsa.! bayağılaşmayan bir adamdı.

Dünyalıklarımız, boş vermişliğimiz, kaygısızlığımız, samimiyetsiz inançlı hallerimiz içinde bunu görebilmek hayli güç olmalıydı.

XXX

Nuri Pakdil ve arkadaşlarının (Sezai Karakoç, Necip Fazıl ve Cahit Zarifoğlu) kültür alanlarında yabancılaşmaya karşı devrimci bir duruş ortaya koyma gibi bir dertleri vardı.

İslami bir duruşla kültür hayatında var olmak.

Modernleşme ve Batı kültürüyle tanışmanın, bir tür yenilenmeye yarayacağına inananlardandı.

Müslümanca bir bakış nasıl geliştirilir sorusunun cevabını aradı Nuri Pakdil.

İslam davasının bir araya getirdiği büyük dostluk halkasında,

"Klas" ve "Devrimci" bir duruş bırakarak ebedi dostluk mevkisine intikal etti.

Onun ardından sevgi saygı ve dualarını mahcubiyet ve samimiyetle paylaşanlara.!!!

Bizden başkası onu bilmez anlamaz diyenlerin kıskançlığını fark ediyor, Bu mevzua sazan gibi atlayan samimiyetsiz inançsızları biliyor, üzülüyorum.

Halbuki; o İstanbul'un fethi olan 29 Mayıs'ı doğum tarihi olarak bellemiş,

Kudüs'ü kalbinin üstüne tül gibi koymuş yedi güzel adamdan biriydi.

Onun bir kalbi daha vardı.

Ve o kalbinde biliyorum.!..herkes gibi bana da bir yer vardı.

Dedim ya.!!

Devrin değil..

Devrim adamlarını severim.

Bir gün dedi ki.!!

İşte burda gerçek bir devrimci var; Yalnız Ardıç
Yüzyıldır burda tek başına zamana ve olaylara şahitlik eder.
Asla suçlamaz, yargılamaz, savunmaz. Ama gölgesini de kimseden ve hiç bir şeyden esirgemez.
Bütün devinimi kendi içindedir. Burda böyle tek başına ve dimdik durur.
Eşhedü der.
Ben şahidim, Yargıç değilim, savcı değilim, avukat değilim.
İşte bu gerçek bi duruştur.
Devrimci duruşu, Müslüman duruşu, İnsan duruşu!.