SİNDİRE SİNDİRE DEĞİL…

Abone Ol

Büyük Cami'ye çıkan merdivenlerin başında dileniyorlarmış, Köroğlu Televizyonu da bunu görmüş ve haber yapmıştı.

Aralamadı…
Görev yaptığım Milli Egemenlik İlköğretim Okulu'ndaki odama girdim, baktım bir beyefendi oturuyor.
Vali Yardımcısıymış…
Sordu:
'Hocam okuma yaşına gelmiş bu çocukların okula niçin kaydını yapmadınız?'
Uzatmayayım; kayıtları yaptık, bu öğrencileri sınıflara paylaştırdık.
***
Buraya kadar fena değil, ya sonrası…
Hep sorundu…
Öğretmen isyan etti; 'ders dinlemiyorlar, bunlar ile uğraşmaktan diğer çocuklara yeterli zaman ayıramıyorum' dedi.
Veli geldi, öğrenci geldi; bu garip çocukları şikâyet etti.
Haklılardı.
Esmer çocuklarımızın ayrı bir dünyaları, ayrı bir kültürleri vardı, temizlik anlayışları, rahatlıkları, konuşmaları, davranışları farklıydı.
İyi de bu garip çocukları da okuldan atamazdık ki…
Ne yaptık?
Sorumluluk aldık, ayrı sınıf açtık, başlarına da norm fazlası bir öğretmen verdik.
***
Yıllar önce yaşamış olduğum bu hatırayı niye anlattım biliyor musunuz?
Yukarıda benim esmer vatandaşlar ile yaşamış olduğum benzer sıkıntılar, bugün mülteci öğrencilerin bulunduğu okullarda yaşanıyor.
Araştırdım…
Okullarda hatırı sayılır sayıda mülteci öğrenci var.
Ve bu öğrenciler okullarda güya eğitim öğretim görüyor.
Güya diyorum.
Çünkü Türkçe bilmeyen bu Allah'ın garibi çocuklar sınıflarda ne öğrenirler merak ediyorum.
Öğretmen ve idareciler Arapça bilmiyor, mülteci çocuklarda Türkçe…
***
Bir saat, iki saat değil ki; günde 6-7 saat ve haftanın beş günü okuldalar.
Bu çocuklar sınıfta sıkılmazlar mı?
Diğer çocuklarla iletişime geçmek isterken ders ortamını bozmazlar mı?
Öğretmenlerin dikkatlerini dağıtmazlar mı?
Düşünüyorum da, dil bilmeyen bu çocukların okulda geçirdikleri zamana bir tek isim verilebilir.
O da işkence!
Nihayetinde çocukturlar, bu işkencenin beraberinde getirdiği gerginlikler ile sınıf ve okul içerisinde çeşitli uyum sorunları da ister istemez ortaya çıkar.
Bu garipler hem kendi dünyalarında hem de diğer çocuklar ile ister istemez bir çatışma yaşar.
***
Gelmeselerdi iyiydi ama geldiler.
Atsan atılmaz, satsan satılmaz ve halen savaş psikolojisinin beraberinde getirdiği şiddetin etkisinde olan bu canlar direk sınıflara verileceğine hiç olmaz ise bir oryantasyon (uyum) eğitiminden geçirilemez miydi?
Türk çocuklar ile ikili diyaloğa girip, Türkçelerini geliştirmeleri beklenmeleri yerine;
Dil eğitimi verilemez miydi?
Teoride öğrendiklerini, hemen ertesi gün pratikte pekiştirmelerini sağlayacak bir yöntem geliştirilemez miydi?
Okul kuralları, sınıf kuralları, toplum kuralları öğretilemez miydi?
Hiç olmaz ise mülteci öğrencilere özel sınıflar, özel öğretmenler verilemez miydi?
Ve bu şekilde yapılarak okullarda şu an yaşanan veli- öğretmen- idareci arasındaki çekişmelerin önüne geçilemez miydi?
***

Yani demem o ki;

Mülteci evlatları bir insan olarak kazanalım ama kendi çocuklarımıza vermemiz gereken eğitim öğretim haklarına engel olmayalım.

ENSAR olacaksak bu masum yavrulara gerçek mana da ENSAR olalım…

***

Aynen yukarıdaki gibi yazmışız, 20.01.2017 tarihli ‘ÖĞRETMEN ARAPCA BİLMİYOR…'yazımızda.

Okullarımızı EMEKLİ bir öğretmen olarak değil, GÖREVLİ İZİNLİ öğretmen olarak bizzat kendim ziyaret ediyorum.

KENT KONSEYİ olarak öğrencilerimize ve velilerimize yönelik projelerimiz için de gidiyoruz.

Gittiğimiz de gözlemliyoruz, dinliyoruz…

Görüyoruz ki, değişen bir şey yok; sıkıntılar azalacağına artarak büyüyor.

Ve

İşin ilginci ne biliyor musunuz?

Mültecileri kazanalım derken, kendi çocuklarımızın eğitim öğretim haklarını ellerinden alıyoruz.

***

Hoca hoca! Senin bildiğini devletimiz görmüyor mu, sorunları bilmiyor mu?

Ne bileyim…

Görüyorlardır, biliyorlardır mutlaka.

Ama

Aklımın ermediği şu;

Zaten kör topal yürüyen eğitim ve öğretime artı yük olan bu sorunun üzerine neden gitmiyorlar?

Bu sorunun sindire sindire aşabilmenin yolları var iken, niye sinirlendire sinirlendire geçirme yolunu tercih ediyorlar?

Niye…

06.01.2019

Muharrem Demirel