Sıla ile son söyleşimizin üzerinden 14 yıl geçmiş. Bizi yeni şarkısı buluşturuyor. Onun için söylenecek çok söz var ama bir yandan da hitleri ve başarıları zaten her şeyi söylüyor. Yüz yüze geldiğinizde şarkı sözlerindeki sahici tavrı kendisinde de hemen hissediyorsunuz. O aşktan hayatın dertlerine kadar her konuda konuşabileceğiniz, derdinize merhem olacak yakın bir arkadaşınız. Çok güler yüzlü. Başlıyoruz muhabbete.
Son röportajımızın üzerinden 14 sene geçmiş. İnsanların bir gün öncesine göre bile değiştiklerini düşünürsek, sende neler değişti? 40’lı yaşlar sana nasıl geldi?
40’lı yaşlar benim için çok konforlu yaşlar oldu.
◊ Neden?
20’li yaşlarda hayatta ne yapacağınıza dair kararlar vermeye çalışıyorsunuz. İlk hevesler, ilk yangınlar, bir keşif halindesiniz. Zamanın çalışmak ve kendini donatmakla geçiyor, tat çıkarmak için pek bir vakit yok. Keza 30’lar ‘üzerine ne kadar koyarım’la geçiyor. 40’larda birazcık daha arkanıza yaslanıyor, daha kendinizi ve etrafı anlamaya başlıyorsunuz. O yüzden 40’la
beraber rahatım. Zaten ben gençken de genç olmayı çok seven biri değildim. Genç insanlar çok kale alınmaz biliyorsun. Lafının geçmesi için azıcık tecrübeye ihtiyaç var. O yüzden şimdi azıcık daha rahatım.
◊ Kendini anladıkça nasıl bir Sıla’yla karşılaştın?
Tahmin ettiğimden yer yer daha kaygılı, garip bir şekilde heyecanı devam eden, tahmin ettiğim neşede, fena değil yani...
◊ Neşeli bir kadın mısın?
Acayip, sinir bozucu derecede neşeliyim.
◊ Bana şarkılarından dolayı çok daha depresif geliyordun oysa...
Ortada yaşanması gereken bir efkâr, dert, keder varsa onu en dibinde yaşarım. Ancak ağırlıklı olarak hayatı depresif bir gözle yaşadığım ya da gözlemlediğimi söyleyemem. Çok neşeli uyanırım, çok ciddiyette kalamam, lakaytlaşmak isterim, ciddi konuları bozanımdır. Hatta arkadaşlarım bana bazen ‘cıvık’ derler (gülüyor).
Esas yaramazlık ağırbaşlılardan çıkar, düz duvara tırmananlar ağırbaşlı görünür ve gülümserler.
◊ Oysa ne kadar ağırbaşlı duruyorsun. Çılgınlıklar var mı?
Dolu çılgınlıklarım var. Ağırbaşlı olduğum doğrudur, çocukken de öyleydim. Sadece müzik
ya da yazı-çizi işleri olduğu zaman kendimi rahat ortaya atabilen biriydim. Hatta yeni bir şarkım çıkacak, tarihini söyleyemiyorum ama adı da ‘Ağırbaşlı Serseri’. Ama Hakan, esas yaramazlık da ağırbaşlılardan çıkar, düz duvara tırmananlar genelde ağırbaşlı görünür ve gülümser.
◊ Kaygılıyım dedin ama rahat bir havan var...
Hem de acayip kaygılı bir tipim, her şeyden kaygılanmaya, kendime iş çıkarmaya bayılıyorum. Keşke biraz daha rahat biri olsaydım çok daha emniyetli ve konforlu bir hayatım olurdu ama öyle olmadı.
◊ Bu kaygıyı yaşarken insanlara, dünyaya, topluma dair neleri dert ediyorsun?
Benim cehaletle çok derdim var. Eskiden “Kitap okuyorum” cümlesi çok övünülecek bir laftı. Biz çocukken öyle büyümüştük. Şimdi “Kitap okumuyorum” daha havalı gibi... Bunu duyduğumda saçlarım diken diken oluyor. Oysa insanın kendini donatması gerekir. Donatılmayan her şeyden rahatsız oluyorum. Ayrıca sakille ve vasatla derdim var. Çabalamayan, kendini geliştirmeyen, değişmeye direnç gösterenle çok derdim var.
İKİ SILA BİRLEŞTİ
◊ İlk albümden bugüne 17 sene geçmiş. Ne öğretti 17 senelik kariyer sana?
Kariyer, başarılı olmak şahane bir şey, çok mutluyum bu durumdan ama onun daha zoru, başarı dolayısıyla hep çağdaş kalmak. Kastettiğim halihazırda olan şeylere ayak uydurmak değil, vizyonu sağlam tutmak. Bunun yanı sıra orijinalliği kaybetmemek. 17 yıllık kariyer bana çalışkan olmayı, çalışkan kalmayı, bu işe nasıl bir aşkla, hevesle, mutlulukla ve nasıl bir yangınla başladıysam bunu unutmamam gerektiğini öğretti.
◊ Sıla olmanın en zor yanı neydi?
Bir kariyerin başında durmak zorundasınız, kocaman bir ekiple çalışıyorsunuz... İnsanları ve kendinizi iyi etmek zorundasınız. Çalışman, her zaman yeni eserler üretmen lazım. Bu eserlerin hepsi birbirinden farklı, başkalaşmış ve iyi olmalı. Azim çok çok önemli. Bunların hepsinin başında kumandan olarak durmak için bir mücadele veriyoruz.
◊ Sahnede gördüğümüz Sıla ile evdeki Sıla arasında en büyük fark ne oldu geçen yıllar içinde?
Aslında acayip bir fark yok. Şöyle anlatabilirim: Sahneye çıkarken günlük hayattaki takılarımı takmazdım. Sahne için olanlar farklıydı. 40’lı yaşlarla beraber “Niye takmıyorum ki aynısı değil mi” dedim. ‘Sahne performansı diye bir şey var ama dolaplar, takılar birleşse mi’ diye düşündüm. Ve şimdi sahnede de aynı şeyleri kullanıyorum. Artık hepsi bir, tek personayız, yani iki Sıla birleşti.
◊ Sence seni sen yapan en büyük özelliğin ne?
İstikrarım, risk almam ve çalışkanlığım olabilir. Yaptığım işe ve daha iyi işler yapmaya her zaman kurulu bir makine gibi hazırım.
GENÇLİKTE FIRTINALAR DAHA FAZLA...
◊ Şarkı sözlerinde hep biraz efe bir kadın var...
Egeliyiz hocam biz.
◊ Özel hayatında da o atar, gider, efelik var mı?
Bunu arkadaşlarım belki daha iyi cevaplar ama eskiden çok daha fevri biri olduğumu söyleyebilirim, şimdi daha sakinim. “Aman evladım lafını esirgeme, kendini geriye koyma, her zaman inandığın şeyin ardında dur” gibi nasihatlerle büyüyen çocuklar olduğumuz için o yoldan şaşmamaya gayret gösterdim. Kızmam gereken yerlerde hiç lafımı esirgemem ve kızarım. Arkadaş arasında atarım, giderim yoktur, zaten anlaştığım insanlarla aynı sofrayı paylaşırım.
◊ Bu şarkıları yazan birinin acayip duygu yüklü olması lazım...
Maalesef orası kötü işte.
◊ Hayat nasıl böyle yaşanır?
Yaşanıyor, zaten gençlikte bu fırtınalar daha fazla oluyor. Çünkü kendinizi, yaptığınız işi o zamanlar çok önemsiyorsunuz. Şarkı yazmayı, söylemeyi çok büyük halt zannediyorsunuz. Atom falan parçaladığımız yok sonuçta. Ben o önemseme halinden geçtim. Dolayısıyla hayat biraz daha hafif bir yer olmaya başlıyor. Gerçekten ciddi anlamda kalbime dokunan bir şey olduğunda biraz daha yük gemisi gibi yaşıyorum ama sonra onu hafifletmeyi bir şekilde hallediyorum. İnsan bunları da yaşarken öğreniyor.
YER YER ÇOK ZORLANDIM, YER YER HIZLI GEÇTİM, BAŞARMASI KOLAY OLDU
◊ Sence bunca yıl içinde en yanlış anlaşıldığın şey ne oldu?
En yanlış anlaşılan kısım herhalde ciddiyetim olmuştur diye tahmin ediyorum çünkü gerçekten ciddi bir kadın değilim. İlk karşılaştığım insanlarla biraz mesafeliyimdir; hem kendi alanıma hem karşı tarafın alanına saygımdan... Çok klasik bir prototip çizmiyorum. Bu da insanlara birazcık uzak geliyor olabilir. Ama uzaklıktan değil aslında, biraz zaman vermeye gayret gösteriyorum.
Hem de insanları izlemeye bayılıyorum.
◊ Bir röportajında “Zorlu sınavlarım oldu” demişsin. Bunların üstesinden ne kadar gelmeyi başardın?
Hiçbirimiz ayrıcalıklı ya da öncelikli değiliz, hepimizin başına dünya kadar şey geliyor ve bunlarla başa çıkmayı öğreniyoruz. Kendimizi doğrultuyor, ayağa kalkıyoruz. Yer yer çok zorlandım, yer yer hızlı geçtim, başarması kolay oldu. Ama bu sadece benimle ilgili bir konu değil. Herkesin zorlu sınavları olur, ben hiçbir şeye kötü olarak bakmıyorum, bir şeylere vesile olarak bakıyorum. Kötü olan bir şey, iyi bir kapıya açılacaktır diyorum, umutlu biriyim.
◊ Kadın hakları konusunda duyarlısın. Kadın cinayetleri, kadına şiddet haberlerini tüm dünyada görüyoruz. Buradan kadınlara bir mesaj verecek olsan ne söylemek istersin?
Bir kadının öncelikle ekonomik özgürlüğünün olması gerektiğine inanıyorum. Gerek arkadaş gerek dost gerek duygusal anlamda kesinlikle göz hizasındaki insanlarla bir arada olması gerektiğini düşünüyorum. Kendi ayakları üzerinde durması gerektiğini... Bir başkasına yaslanmadan bir gün valizi alıp, ceketi alıp, çekip gitmek gerekiyorsa oradan çekip gidebilecek güçte olması gerekiyor. Bunu sadece kadınlar için değil insanlar için düşünmek lazım. Herkesin bu donanımda, modernlikte olması gerek. Kadınlar için şimdi sesler daha çok çıkmaya, yükselmeye başladı. Ne mutlu, en azından ses çıkarmak bile hayat kurtarabilir.
◊ Sen de susmayan, sesini çıkaran bir kadın oldun. Hiç “Keşke sussaydım” dediğin oldu mu hayatta?
Hayır.
TÜM MÜCADELEM KENDİMLE
◊ Yeni şarkın ‘Mesela’ çıktı. Hikâyesi nedir?
Bestesini İlker (Kaleli) ile birlikte yaptık, sözlerini ben yazdım, düzenlemesini Ozan Bayraşa yaptı. Bodrum’daydık, çok yakın çocukluk arkadaşım Buse bizi ziyarete gelmişti. Sevgililik, sevgilisizlik gibi konular konuşuyorduk. O esnada İlker, Buse’ye “Aman be kızım, sen de bu kadar onun şusu, bunun busu falan yapma” dedi. Buse de “O öyle olacaktı, şöyle yapılacaktı” falan derken birden kafamda bir şey çaktı. İlker bir ritim tutmaya başladı. Sonra sözler geldi, nakaratı tamamladık bir hafta içinde. O şarkı bizimle belde belde, şehir şehir, ülke ülke gezdi. Düzenlemeyle ilgili aklımda sadece Ozan Bayraşa vardı. Bir gece aradım, araba kullanıyordu, “Sağa çek, sana bir şey yollayacağım, bir bak bakalım. Meşrebin mi yoksa değil mi” dedim. Bayıldı. Hemen şarkıyı yaptık. Albüme koymayı planlarken Ozan ‘’Saçmalama, bunu single çıkalım” dedi. Herkes de aynı fikirdeydi. Konserlerde, dijital platformlarda karşılığını çokça alıyoruz, bu da beni çok mutlu ediyor.
◊ Şarkının içinde ‘p.ç’ lafı geçiyor. Dinleyenler şaşırıyor...
Yani keşke şaşırmasalar.
İstikrarım, risk almam ve çalışkanlığım benim en büyük özelliklerim. Yaptığım işe ve daha iyi işler yapmaya kurulu bir makine gibi her zaman hazırım.
◊ Normal hayatında da argo kullanır mısın?
Tabii kullanırım çünkü bazı argo lafların karşılığı Türkçenin başka kelimeleri ya da cümlelerinde yok. Biz aslında şarkının adını öyle çıkmak istiyorduk ama çok sansür yiyeceğimiz için ‘Mesela’ olsun dedik. Şunu etimolojik olarak açmak gerektiğini düşünüyorum... ‘P.ç’ ile ‘p.ç olmak’ arasında fark var. Birinde kullanıldığı anlam babasızlık, babasız olan çocuğa denen. Benim bahsettiğim şey tamamen bir şeyin boşa gitmesiyle alakalı, “Ne oldu namın şanın oldu mu p.ç”...
◊ Müzik dünyasında şöyle lakaplar var; prensesler, kraliçeler, starlar, megastarlar.... Senin son albümünün adı ‘Şarkıcı’ydı. Burada bu sıfatlara bir dokundurma mı var?
Aslında art niyetli hiçbir şey yok, başkalarıyla ilgili de bir şey düşünmedim. Galiba başkalarıyla ilgili çok bir şey de düşünmüyorum, ağırlıklı olarak tüm mücadelem kendimle ilgili. 40 yaş doğum günüm benim için iyi geçirilen bir doğum günü değildi ve kendime bir 40 yaş hediyesi vermek istiyordum. Kötü geçen o günün devamında oturup albümün açılışındaki ‘Şarkıcı’ şiirini yazdım. Sebebi de şu, iyi bir şarkıcı olmak çok önemli bir konu ve gerçekten iyi şarkıcı çok az, bunu biliyorum, aslında kendime bir latifeydi, biraz da 40 yaş nişanıydı herhalde. “Evet, sen artık şarkıcı oldun” demekti. Aslında birazcık kendimle böbürlendim.
ALAİN DELON’DAN DAHA GÜZEL GÖZLÜSÜNÜ BULDUM
◊ Senin Ozan Doğulu’yla ‘Alain Delon’ isimli harika bir şarkın vardı. Artık buldun mu Alain Delon’unu?
Buldum, hem de daha güzel gözlüsünü (gülüyor).
◊ Oooo güzel cevap. İlker Kaleli’yle birlikteliğiniz devam ediyor, neydi İlker’de seni çarpan?
Çok şey var; zekâsı, vizyonu, donanımı. En önemlisi birlikte gülebildiğim, hayatı paylaşabildiğim, yan yana koşabildiğim, yan yana durabildiğim, hayata dair bir sürü şeyin tadını birlikte çıkarabildiğim biri İlker. Aşk piyangodur ve iyi piyango her zaman denk gelmez.
◊ Peki, bu iyi piyangoyu yakalayana kadar aşkın matematiğini çözebildin mi? Nasıl anlatırsın aşkı?
Aşkı anlatabilen biri var mı bilmiyorum. Kafandan aşağıya bir kova kaynar su dökülmesi gibi bir şey aşk. Bir anda olan bir şey, gerçek aşksa tabii. Bir anda çarpılmak mantığa dayalı bir şey değil, bunun formülünü anlatabilecek ihtisasta biri değilim.
◊ İlker’le aşkın hangi halini yaşıyorsun?
Hayatın güzel kazıkları olduğu kadar, iyi kıyakları da oluyor. Ben çok güzel bir yerindeyim... Anlattığım gibi dertleşebildiğim, birlikte gülebildiğim, iyi vakit geçirdiğim, seyahat ederken aynı şeyleri sevdiğim, yargılanmadığım, tatlı bir yerde iyi ve doğru insanla, göz hizamda olan biriyle birlikteyim.
◊ Romantik misin?
Çok romantiğimdir, bir sır vereyim; İlker de çok romantiktir, pek belli etmez. Ama artistler genel olarak romantiktir zaten.
◊ İlker’e şarkı yazdın mı? Bu son albümde olacak mı?
Var, neler yazdım ben İlker’e, birlikte yeni bir şarkı üzerine de çalışıyoruz. Bestesini İlker yaptı, sözlerini ben yazdım. İlker çok iyi bir müzik dinleyicisi ve iyi bir müzik üreticisi, piyano ve gitar çalıyor, armoni bilgisi benden daha iyi olabilir. Kendi düzenlemeler yapıyor. Lisanımız tutmayabilirdi ama tutması bizi çok başka, iyi bir yere savurdu. İyi bir tamamlanmışlık hissi bu.
◊ Seni onda tavlayan ne oldu?
Biz biraz sapyoseksüel tipleriz, zekâdan, yetenekten ve göz hizasından hoşlanan insanlarız, ilk çarpan o. Bir de İlker de seninle röportajında aynı şeyi söylemiş, klişeye düşmek istemem ama bizimkisi gerçekten olması gereken buluşma.