Kapıyı açtığında karşısında hiç tanımadığı bir kadın vardı. Merakla kadına baktı. Gözlerini kendisine dikmiş bakıyordu. Kadını incelediğinde, onda tanıdık gelen, adlandıramadığı bir hisse kapıldı.
“Buyurun? Kimi aramıştınız?”
“ Ayten yavrum. Sensin değil mi?”
“Evet, ismim Ayten ama ben sizi tanımıyorum. Biriyle karıştırdınız galiba!”
“Nasıl anlatayım kızım. Çok uzun hikâye. Ayakta anlatacak bir mesele değil. İçeri girebilir miyim? “
“Ne münasebet, ben sizi tanımıyorum. Bu devirde her geleni içeri alamam. Hırlı mısınız, hırsız mısınız bilemem. Hem kocam kızar bana. Küçük bebeğim var benim. İyi günler.”
Kapıyı kadının suratına kapattığında kalbi hızla çarpıyordu. Yığılmamak için kapıya yaslandı. Bir süre sessiz bekledikten sonra kapının gözetleme deliğinden dışarı baktı. Kadın, merdivene oturmuş, kapıya dikmişti bakışlarını. Haberlerde yüzlercesi geçiyordu böylesi sahtekârların oyunları. Kimseye güvenilmiyordu artık. Gaflet bağlamış olmalıydı kapıyı açarken. Âdeti değildi delikten bakmadan kapıyı açmak. Kendine geldiğinde, kadının sesini duydu yeniden. Kadın kapının öbür tarafından yalvarıyordu kendisine. Açmayacaktı. Konuşur, konuşur giderdi nasılsa. O sırada kızının ağlamasını duydu. Bebek yeni uyumuştu oysa. Sesten uyanmış olmalıydı. Koşarak yanına gitti. Ağlamaktan helak olmuştu Mine’cik. Kucağına aldı, bastırdı içine sokarcasına. Kokusunu çekti içine doyasıya. Ne güzel bir duyguydu annelik. Uykusuzdu Mine doğduğundan beri. Bütün günü, gecesi her anı onunla doluydu. O hiç yorulmuyordu. Mine’nin gülüşü bütün yorgunluğunu alıyordu.
Annesinin kokusunu alınca ağlamayı kesmişti yavrucak. Hemen oturdu ve emzirmeye başladı. İlk emişinde sakinleşti Mine. Hem emiyor, hem de keyifli sesler çıkıyordu ağzından. Sanırsın, en lüks lokantada, nefis bir yemeği yiyor gibiydi. Emmesinin sonuna doğru tekrar uyuyup kalmıştı. Uyandırmamaya çalışarak, beşiğine yatırdı. Yüzüne baktı sevgiyle. O sırada cep telefonunun sesini duydu. Koşturarak telefonu açtı. Birinci katta oturan yakın arkadaşı Emel arıyordu. Konuştuktan sonra kapattı. Emel, kendisine gelmek istiyordu. Etrafa göz gezdirdi. Ev derli topluydu Allahtan. Bebekle uğraşırken çoğu kez ev işlerine yetişemiyordu. Mine izin verdiği için yapmıştı uyurken. O sıra kapı çaldı. Koşarak kapıyı açtı. Yine aynı hatayı yapmış, hemen açmıştı. Önde Emel, arkasında az önce gelen kadın vardı. Emel girdi, ardından da kadın çekinerek girdi içeri.
Konuklarını salona almıştı Ayten. Ortam buz kesmişti. Gözleriyle Emel’e sorular soruyordu. Sonunda Emel;
“Canım arkadaşım, öncelikle beni affetmeni istiyorum. Beni bilirsin, öyle başkalarının işine karışan biri değilimdir. Teyzeyi dış kapıda gördüm. Bayılmak üzereydi. Kendisine yardım ettim. Kendine gelince bana bir şeyler anlattı. Tam anlamadım ama benden bir anne olarak rica etti. Onu dinlemeni istiyor. Lütfen bizi kırma .
“Emel! Ben hanımefendiyi tanımıyorum ne konuşacağım onunla. Kapıma geldi. O zaman da söyledim kendisine. Bir şeyler saçmaladı. Ben annenim falan filan… “
“Canım, haklısın da ben de çok üzüldüm. Yoksa bilemem tabii.Benim hatırım için dinle “
“Buyrun. Dinliyorum sizi. Niye dinleyeceksem onu da anlamadım da!”
“Kızım, herkes ikinci şansı hak eder.Ben anlatayım. Yok inanmazsan bir daha seni rahatsız etmeyeceğim. Tamam mı?”
“Dinliyorum! “
“Seni doğurduğumda çok küçüktüm. On altı-on yedi yaşlarındaydım. Yani baban, beni sevdiğini söylemişti. O zamanlar, başımda kavak yelleri esiyordu. Baban benden yaşça büyüktü. Havalıydı, yakışıklıydı. Bana güzel sözler söylüyordu. Onunla olunca dünya benim oluyordu. Lise son sınıftaydım. Öğretmenimdi üstelik. Ben değil bütün kızlar yanıktı babana. Babam, kendi halinde bir adamdı. Benden küçük bir de kardeşim vardı. Yani teyzen. Babam, gündelik işler bulurdu. Kendi evimizde olunca yaşayıp gidiyorduk. Benim okuyup meslek sahibi olmamı çok istiyorlardı. Babanla görüşmeye başlayana kadar çok çalışkandım. Sonrası… Sonrası tam bir fiyasko. Gizli gizli görüşüyorduk. Ben çok mutluydum. Ona her şeyimi teslim etmiştim. Benimle evleneceğini bile vadetmişti. Ona öyle çok güveniyordum ki. Sana hamile kaldığımı söyleyince, beti benzi attı. Doksan derece değişti. O kibar adam gitmiş, yerine vahşi biri gelmişti. Okul da tatil olmuştu. Kimsenin yüzüne bakamıyordum. Annem, babam anlayacak diye ödüm patlıyordu. Okula gidip geliyordum, onu soruyordum. Tatile gitti diyorlardı. Karnımda büyümeye başlamıştı. Çaresizdim. Kendimi öldürmeye niyetlendim, sana kıyamadım. Benim suçumdu. Seni katletmek haksızlıktı. Sonunda annem anlamıştı. Evde kızılca kıyamet koptu. Babam, ölmekten beter olmuştu. Çareler aramaya başladılar. Sonunda, köye geri dönmeye karar verdiler. Beni de doğuma kadar uzaktaki bir akrabaya gönderdiler. Orada seni doğurdum. Öyle güzeldin ki bakmaya doyamıyordum. Hayal kırıklığına uğrasam da sen vardın artık. Baban ile ilgili gerçeği çok sonra öğrendim. Zaten evliymiş. İki de çocuğu varmış memleketinde. Tırsağın tekine gönül vermişim meğer. Adı batasıca, o günden sonra hep beddua ettim onun için. Beni suçladı herkes, onu kimse suçlamadı. Hâlbuki ikimiz de aynı ölçüde suçluyduk. Kadını suçlamak çok kolaydı. Toplumun işine öyle geliyordu çünkü. Ben, köyüme seninle dönme hayalleri kurarken, darbenin gerisi geldi. Babam, beni evlendiriyordu. Fakat adam, seni istemiyordu. Günlerce ağladım, seni bağrıma bastırarak. Adamın karısı ölmüştü. İki çocuğu kalmıştı. Kendi çocuğuma annelik yapmayıp, onun çocuklarına bakıcılık yapacaktım. Çok mücadele ettim, çok yalvardım. Nafileydi. Hüküm kesilmişti. Seni de akrabalarımın tanıdıkları bir aileye evlatlık vereceklerdi. Sen yaşayacaktın ya o da yeterdi bana. Çaresizdim. Seni alıp kaçmayı düşündüm. Ne yapacaktım el kadar çocukla. Sonunda, mecburen razı oldum. Seni görme şartıyla verdim. Benden kaçırmayacaklardı. Ben de tanıtmayacaktım kendimi. Seni bırakarak, idam mahkûmu gibi kocamın yanına gittim. Ne düğün, ne kına… İki çocuğun bakıcısı, adamın hizmetlisi, yatak arkadaşı oldum. Duygularımı yitireli çok olmuştu zaten. Ne önemi vardı artık. Her gece senin için gözyaşı döktüm yatakta sessizce. Yılda bir kez görüyordum seni. Sarılmamak için kendimi zor tutuyordum. “
“Peki, neden şimdi geldin. Neden bu kadar bekledin?”
“Çok denedim kızım. Her defasında beni öldüresiye dövdü. Beni hatırladın değil mi? “
“Hayal meyal. Gizemli bir yabancıydın. Senede bir kez gelen bir yabancı. Fakat hep ağlarken gördüm seni. Anneme sorduğumda uzaktan akrabamız derdi. Sana sarılmamak için zor tutardım. “
“Şimdi gelmeme gelince. Hem artık çok güçlendim, hem de o adam geberdi şükür Allahıma. İki tane çocuğunu büyüttüm, kahrını çektim, dayaklarını yedim. O gebermeseydi de ben gebertecektim onu. Hoş benim de fazla zamanım kalmadı . Beni geri çevirme kuzum. Ananın gözyaşları akmasın artık. “
“Ya çok basit değil o kadar. Evlatlık olduğumu öğreniyorum, şoku atlatmadan nasıl affedebilirim ben seni. “
“Haklısın kızım. Yaşadığın şoku sindirmen çok zor. Beni affedene kadar bekleyeceğim, tabii ömrüm vefa ederse. Sabırla bekleyeceğim seni. “
“Beni nasıl buldun peki.”
“Annen gönderdi beni. Onlara minnettarım. Analık sadece doğurmakla olmuyor, doğuran da ana, doyuran da ana. Ben şimdi onlara gidiyorum. Sağ olsunlar, hiç kaçırmadılar. Bağımız hiç kopmadı onlarla. Beni affettiğinde nerede bulacağını biliyorsun artık. Hoşça kal kızım. Sana da teşekkür ederim Emel kızım. Dünyada hâlâ iyi insanların kalması çok mutlu etti beni. “
Yerinden kalktı gitmek üzere kapıya yöneldi. Geldiğinin aksine başı dik bir şekilde yürüyordu. Tam kapıyı açacağı sırada ;
“Anne, torununu görmeyecek misin? “
Arkasını döndü. Gözyaşları sel gibi akıyordu ikisinin de.