HACI İBRAHİM MUTLU İLE SANAT VE SEYAHAT-1. Bölüm

Abone Ol

“Hayatta bir alternatifin, bir farklılığın olması lazım” diyor ve hedeflerini belirliyor. Kararlılıkla yürünen yolda ise zaten başarılarda peşi sıra geliyor. Doğduğu ilçesinde ki Gerede İmam Hatip Lisesi'ni bitirip, ardından bir yıl imamlık yapan, daha sonra okumaya devam etmek için eşini ve üç çocuğunu da alarak Ankara'ya yerleşen Hacı İbrahim Mutlu, Gece Yapı Sanat Okulunu İnşaat Teknikeri olarak tamamlayıp, aldığı Teknik Ressamlık Eğitimi ile hayatına yeni bir yol çiziyor. Ekibiyle birlikte restore ettikleri Selçuklu Mimarisi tarihi eserler, onların sayesinde yeniden can bulurken, ahşap oymacılığında ki desen ve çizimleri de yeni yapılan binalara farklı bir görsellik katıyor.

Aynı zamanda İyilik Yolunda Uzaklar Yakın” isimli kitabın da yazarı olan Hacı İbrahim Mutlu, başta Afrika ülkeleri olmak üzere, pek çok ülkeye yardım ulaştıran ekiplerin içinde görev almaya devam ediyor. Hayatın bu yönünü ve gördüklerini kaleme alarak, oralarda yaşanan gerçekleri gün yüzüne çıkarıp, yeni çıkan kitabıyla da bizlere ulaşmasını sağlamış oluyor. Gördüklerini, yaşadıklarını ve anılarını paylaştığı, sohbetimizi aktarıyorum bu hafta ben de sizlere.

- Hem sanatla uğraşıyor, hem de dünyayı dolaşıyorsunuz. Bu güne kadar kaç ülkeye gittiğinizi öğrenebilir miyiz? Ayrıca, bu gezdiğiniz ülkelerin sizin sanatınıza olan etkisinden bahsedebilir misiniz?

Hacı İbrahim Mutlu: Şu ana kadar Afrika, Avrupa, Asya kıtalarında bulunan 38 ülkeyi gezdim. Fecr Yayınevinden çıkan İyilik Yolunda Uzaklar Yakın” isimli kitabımda 12 ülkeyi yazdım. İnşaat işine başladığımda, Ankara Hacıbayram'da Osmanlı Mimarisinde evler yapıyordum. Baktım ki bizim asıl mimarimiz el oyması ve ahşap boyama. Selçuklu camilerine girdiğimizde ahşap boyama vardır. Tasavvufta lale Allahü teâlâyı, gül de Hz. Peygamberimizi simgeler. Ben bu ülkelerde gezerken, Anadolu Selçuklu yapı mimari tarzının korunmadığını, yok olmaya başladığını gördüm. Ahşap oymalar bizim ülkemizde tamir edilmemiş, çürümeye, dökülmeye bırakılmış. Göynük gibi sit alanı olan yerlerde son yıllarda bakımlar yapılmaya başlandı.

- Gezilerinizde gördüğünüz yapıların, Selçuklu yapı mimarisi restorasyon çalışmalarınız haricinde, yaptığınız cami ile diğer ahşap binalarda ki süslemelerinizde kullandığınız renk, motif ve desenlerinize etkisi ne şekilde oldu?

Hacı İbrahim Mutlu: Ben İtalya, İspanya ve benzeri diğer ülkelerde, yine burada bulunan Selçuklu, Osmanlı yapılarında daha çok şunu gördüm. Bütün kilise ve havralarda ki oymalar, elişleri hep Selçuklu ile Endülüs Emevi İslam Devleti zamanında ki Faslı Müslümanların yapmış oldukları eserler. Makedonya, Üsküp'te Kalkandelen diye bir yer var. İki kız kardeşin Osmanlının ilk yılları ve Selçuklunun son döneminde yaptırmış oldukları İkizler Camii ( Alaca Camii). Camii de boya olmayan hiçbir yer göremezsiniz. Böyle çiçekler, güller falan müthiş İslami dokunuşlar var. Ben bunları gördüm ve geldim burada uygulamaya başladım. İlk defa turkuazı kullandım. Turkuaz biliyorsunuz bizim asıl kendi rengimiz. Kendi imalathanemi açtım. Burada sanat tarihi uzmanı ve renk uzmanı kişilerle çalışıyoruz. Selçuklu tarzı, Selçuklu yıldızını da kullanarak ve türevlerini geliştirerek tavanlarda, sedirlerde gibi farklı konseptlerle uygulamaya başladık.

- Afrika ile başlayan ilk seyahatiniz nasıl gerçekleşti ve ilk gittiğiniz ülke neresiydi?

Hacı İbrahim Mutlu: Ahşap işlerini devam ederken, bu arada da çevremde güzel insanlarla tanışmaya başladım. Deniz feneri Derneği yönetim kurulu üyesiyim. Bir gün bana, Bizim sana ihtiyacımız var” dediler. Nerede?”diye sordum. Afrika'da.”dediler. Afrika nere, biz kim? Ankara'dan Gerede'ye gelmek için bile günler öncesinden hazırlık yapan biz, Afrika'ya gideceğiz. Birde duyuyoruz, Afrika'da yamyamlar falan var diye. Biletler alındı, iki avukat, ben ve o zaman hocaydı, şimdi din hizmetleri yüksek kurulundan bir ağabeyimiz ile birlikte ilk gittiğimiz yer Sudan'da Kassala Eyaleti, Eritre sınırında bulunan mülteci kampı oldu.

-İlk Afrika deneyiminiz olan Sudan, Kassala Eyaleti'nde nasıl karşılandınız ve orada yaşadıklarınız nelerdir, anlatabilir misiniz?

Hacı İbrahim Mutlu: Bizim ilk Afrika deneyimimiz hüsranla başladı. Afrika'ya gittik 5-6 saat karakolda kaldık. Sudan'da gezerken Javalı bir polis geldi ve bizi aldı götürdü. Biz de Yardım getirdik size” dedik ve onlarında Hoş geldiniz” demelerini bekliyoruz. Bizi Ramazanda, oruçlu halimizle, farelerin cirit atığı, oturacak yeri olmayan karakola götürdüler. Anasını, babasını kesenler hep orada. Bir hukuk, bir yasa yok, düzensizlik içinde bir yer. Kendilerine göre böyle bir düzen getirmişler. Bizi oradan aldılar, istihbarata götürdüler. Orası karakoldan daha da pis bir yer. Kendi kendime diyorum Hacı, burada ne işin var? Gitsen, Gerede Yaylalarında hava alsan olmaz mıydı?” Bizim yaşadığımız dünya ile oranın alakası yok. Toprağı farklı, insanları farklı, at arabaları var, araba yok. Birde o yıllarda iç savaşlar var. Büyükelçiliği arıyoruz, geçen seneye kadar hiçbir büyükelçilik yardım etmediği gibi cevap da vermiyordu. Büyükelçi atanıyor ama asıl işi yapan alttakiler ve bunlarda o devletin fetö okullarının muhasipliğini falan yapıyorlar. Onlardan yani. Bir süre sonra orada bizi karşılayan insanlar hatırı sayılır bir asker getirdiler ve kefil olup, bizi çıkardılar. Eritre'ye doğru gidiyoruz ama bir yandan da ne işimiz var diyoruz. Geri dönsek, dönemeyiz. 50-60 km. yol aldık. İlerledikçe gözlerimize çarpan manzaralar korkunçtu. Yollarda insan ölüleri ve leş kartalları bu ölüleri yiyorlar. Ben 5-6 ay kendime gelemedim.

Devam edecek.