Direkt konuya giriyorum. Abant İzzet Baysal Üniversitemizin nüfusu bilindiği üzere her geçen yıl artış göstermektedir. Bunun başlıca iki sebebi vardır. Bunlardan ilki doğal olarak yeni açılan fakülte ve bölümlerin tercih edilmesi, ikincisi ise okulu uzatan öğrencilerdir. Peki okulu uzatan veya mevcut öğrenim süresi içerisinde okuyan öğrencilerin ülkemize toplam faydası nedir? Günümüzde her şehirde açılan üniversiteler ve bunlara bağlı olarak açılan fakülteler aslında ülkemizin istihdamına katkı sunmaktan çok işsizlik oranını artıran bir seyre girmiştir maalesef. Bunun sebebi ise mevcut iş gücüne veya potansiyel işgücüne yönelik çalışmaların yürütülmemesidir. Öyle ki yüz binlerce İİBF mezunu olan ülkemizde kamuya memur alımları düşük oranlardadır. Aynı şartlar altında eğitim fakültesi öğretmenlik bölümlerinden mezun olanlar da bu duruma maruz kalmaktadır. Alternatifler üretilerek üniversiteden yeni mezun olan, daha güncel bilgi ve deneyimlere sahip kişiler istihdam edilmeye çalışılıyor. Ancak uzun vadede karşılarına çıkan belirsizlik nedeniyle kişiler iş hayatına yeterince adapte olamadığı gibi bir süre sonra mezun olduğu bölüme ilişkin faaliyetini sonlandırıp farklı alternatiflere yöneliyor. Bu da aslında üniversite mezunlarının kendi alanlarında çalışamadığı bir sistemi apaçık gözler önüne seriyor. Gel gelelim öğretmenlik mezunu kişilerin eğitim alanında çalışmadığı, İİBF mezunu kişilerin yönetim ve ekonomi alanından çok salt işçi olarak çalıştığı ve yine diğer fakültelerin sanat, ilahiyat, mühendislik, tercümanlık gibi alanlarından mezun olanların birçoğunun kendine devlet nezdinde istihdam sağlanmamasından dolayı bölümüne ilişkin işlerden uzaklaşıp hayatını idame edebilmek için ekonomik kaygıyla herhangi tekdüze işlerde çalıştığı bir durum ortaya çıkıyor.
Peki ya mezun olan kişilerin kendi alanında çalışamamasının, okulu uzatan öğrencilerin ve normal öğrenim süresinde eğitimine devam edenlerin sonu ne olacak? Bu sorunun cevabı tam bir muamma olduğu gibi bu belirsizliği sağlayan da ne yazık ki acı gerçekler, yani sistem... Akademik eğitiminde birtakım akademisyenlerin zorlu, detaycı veya çok boşvermiş öğretimleri ile hayattan uzaklaşan, geleceğe kaygıyla bakan ve tek amacı mezun olup para getiren bir iş bulmak olan bir neslin kapısı aralanıveriyor. Elbette bu bir genelleme değil, binlerce kişiden sadece 3-5'inin her şeye rağmen tutunabildiği ve alanında ilerleyebildiğini de görüyoruz. Ancak ne yazık ki acı gerçekleri de göz ardı edemeyiz, ezici bir çoğunluk tutunamıyor, kabul edelim. Bu ezici çoğunluğu sağlayan da bu birtakım akademisyenler. Eğitimi içinden çıkılmaz öyle zor bir yola sokmuş durumdalar ki birçok öğrencinin tek dileği, "Şu bela dersten kurtulayım da nasıl olursa olsun, bu adamlar bir türlü kurtulamadım, mezun olayım da nasıl olursa olsun" ve daha çoğaltabileceğimiz birçok cümle başlayıp büyük umutlarla başladığı üniversite hayatının omuzlarına ağır gelen yorgunluğu ile sona eriyor. Bu durumun sebebi hikmeti nedir? Tabi ki sistemin ta kendisi. Düşünün ki aynı dersi veren farklı hocaların aynı sınavlardaki öğrenci sayısı arasında uçurumlar olabiliyor. Neden? Çünkü bir tanesi öğrencilere verebileceği en somut bilgileri sunarken öteki, kendi akademik kariyerinde yüzdüğü hayal havuzu içerisinden bulduğu cümleleri sunuyor. İşte bu sayede aynı derste bir hoca sadece 2 amfide sınav yaparken öteki 6 amfiyi hınca hınç dolduruyor. Ve bu yığılmanın sebebi de normal eğitim süresi ve üstüne ek olarak gelen uzatmalı öğrenciler. Okula ilk kaydını 2009'da yaptırmış günümüzde iş hayatını yaşayan adam o diplomayı almak için yıllardır gelip gidiyor. Şimdi diyeceksiniz ki "Gelmesin kardeşim, bak işi de varmış. " Neden gelmesin arkadaş? Diplomasını alıp belki kendi alanında iş imkanı arayacak gidip bölümü ve fakültesi ile uzaktan yakından olmayan bir iş yapacağına. Ama işte bu bazı akademisyenler yok mu... Bırakmıyorlar bu öğrencileri, çalışsın geçsin mantığı ile burunlarının dikine hareket ediyorlar. Tamam amenna elbette biz çalışmak zorundayız bu derslere ancak insanın hemen anlayıp yapabildikleri ile bir türlü anlayamadıkları mevcuttur her zaman. Bu akademisyenler de bir türlü anlayamadıklarımızı bize öğretme lüksüne düşüyor. Hatta öğretmeyi istemiyor bile ama illa o sözde adaletlerini sınavlarda uygulayacaklar ya, işte bırakıp duruyor öğrenciyi sınavda. Sahi adalet demişken oradan da dem vuralım biraz. Şimdi yazılı adalet var, toplum görüşündeki adalet var. Yazılı adaletin gereğini yapanlar öğrenciyi süründürüyor. Yasal tamamen. Toplum görüşündeki adaletin gereğini yapanlar ise öğrencinin artık üniversiteden sonraki hayatını yaşaması için elinden tutuyor. İkisi de meşru baktığımız zaman. Yasaların meşru olması toplum nezdinde kabul görmesidir çünkü. Ancak derslerde alttan alttan günümüzdeki işleyişe dem vuran bazı akademisyenlerin yazılı hakları uygulama merakı gözlerimi yaşartıyor. Hele ki bazılarının birtakım görüş ve düşünceler çerçevesinde apaçık devlet karşıtı düşünceleri benimseyip onları "özgürce" ifade etmeleri ise vicdanımı çok rahatsız ediyor. Hatırlarsınız geçtiğimiz yıllarda olmuştu böyle bir şey. Attılar imzayı, düşünceler özgürdür, ifade özgürlüğü vardır elbette. Onlar da bunu ifade ettiler. Ancak özgür düşünce meşru olduğu müddetçe kabul görür. Meşru görülmeyen bu ifadeler de devlet tarafından yasal çerçevede sorgulandı doğal olarak. Sonra "Vay efendim şöyle, böyle." İçiniz kötü, içiniz. Hepimiz aynı yasalara tabiyiz ama siz sadece sizin kuyruğunuza, yani savunduğunuz o "özgür düşüncelere" basılınca ses veriyorsunuz. Yazık size. Sonra da öğrenciler sizden ufak tefek yardımlar talep edince geçip karşımıza, "Olur mu öyle şey, ne demek böyle bir şey istersin, not veremem, çalışıp geçseydin" diye kükrüyorsun. E noldu hocam, hani adalet yoktu, hani yasalar çiğneniyordu, hani devlet kötüydü? Bak öğrenciler sizden bir şey isteyince nasıl da o sayıp sövdüğün yasaları öne sürüp aslan oluyorsun. Neyse.
Konuyu toparlayayım biraz. Sonuç itibariyle geldiğimiz noktada birçok öğrenci şu yada bu sebepten belli başlı derslerde zorlanıyor ve eğitim hayatları bu dersler neticesinde daha da kötü bir gidişat alıyor. Öğrencilerin özellikle zorlandığı bir öğretim sisteminde birtakım akademisyenlerin bunun üstüne tuz, biber atması da hiç kabul edilebilir olmuyor. Yani diyeceğim o ki öğrencilerin zorlandığını gözlemek sizler için zor değil, neden halen aynı şeyleri tekrarlıyorsunuz? Zevk mi alıyorsunuz yoksa özellikle yaptığınız uygulamalar mı bu? Bir dersi defalarca alıp geçemeyen öğrencilere bir şey öğrettiğiniz düşüncesini size kim veriyor? Bu saçma düşünceye mi inanıyorsunuz yoksa? Yoksa bazı akademisyenlerin öğrencileri siyasi ve sosyal konumları nedeniyle zorladığı gibi iddialar gerçeği mi yansıtıyor? Ünvan almak için gecenizi gündüzünüze katarken, "Ben zar zor bu ünvanı aldım, ben de aynısını yapacağım" düşüncesiyle mi hareket ediyorsunuz? "Ben zorlandım ama öğrencilerime bilgiyi öğreteceğim kolay yöntemler bulacağım" demek mi zor geliyor? Veya tüm bunlar dışında eğitim ve öğretim hayatı ile uzaktan yakından ilgisi olmayan sorunlarınız nedeniyle hıncınızı biz öğrencilerden mi çıkartıyorsunuz? Bence sizlerin yaptığı zorlamalar bunların hepsinden kaynaklı olabileceği gibi bir veya birkaçından kaynaklanıyor. Ancak sizler dürüst olmadığınız için bunları söyleyemezsiniz. Dürüst olsaydınız eğer öğrenciler odanıza geldiğinde azarlayıp yollamak yerine onlarla konuşup iyi niyetli davranırdınız. Birkaç sevdiğiniz öğrencilerle "goy goy muhabbeti" yaparken öteki öğrencilerin sizde istediği 3-5 puanı çok görmezdiniz.
Kısacası merak ediyorum, bu "bazı akademisyenlerin" öğrencilerle derdi ne? Sorunları konuşup çözüm yollarını aramayı tercih ederim aslında. Ancak ben bu akademisyenlerden "dürüst" olmalarını talep ederim sadece. Sizce bu mümkün mü? Eğitimde başarıyı hedefleyen Abant İzzet Baysal Üniversitemizin bu ve benzer akademik kadrolar nedeniyle aslında kapkaranlık bir çöküşe gittiğini üniversitemiz yöneticileri ne zaman görürler bilmem, ama ister bir yıl ister üç yıl uzasın, Bolu'da kaldığım sürece üstüne gelişi güzel bant çekilmiş bu yarayı açıp, temizleyip iyileştirmeye çalışacağım. Bunun için de hatalar devam ederse eğer yasal yollara, sosyal medya gücüne ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün "Milletin müşterek sesidir" dediği basın yoluna başvurmaktan geri durmayacağım. Öğrencilere de tavsiyem geleceğinizi birtakım sebeplerden ötürü esir almaya çalışan zihniyete sahip kişilere karşı her zaman hakkınızı savunun, siz bir adım atarsanız bugün, binlerce adım atar arkadaşlarınız her gün.