AHMET BAYSAL ‘GELİN AİLECEK, DOĞDUĞUNUZ TOPRAKLARA…'
Bu yazıyı daha önceden kaleme almış ama sonradan vazgeçmiştim. Son kitap. Kimilerin bildiği ama kitabı okumadığı. Ve kimilerinde benim gibi, okuyup çok iyi analiz ettiği… Derin bir hayat öyküsü… 11 yaşında başlayan gurbetin yanında içinde saklanan, sevgisiyle büyüyen bir Bolu sevdası. Harita da, Bolu'yu gösteremeyen bir arkadaşını okul yıllarında neredeyse dövmeye kadar öfkeli. Alabildiğine mütevazi. Alabildiğine insanın öz yapısı. Olması gereken… Başa da almadım. Zira hep İzzet Baysal'ın önünde olmak, ya da onun önündeymiş gibi görüntünün, ilahlaştırılmanın hiç ama hiç arzu edilmediği ve hatta bu kitap, ölümümden sonra çıksın diyen bir anlayışın öyküsü. Basit bir yaşam değil bu. MESS, sendika, 42 işçi, siyaset, başbelası bir rektör, saygısızlıklar, fabrikaya karşı soğuk bir baba. İzzet Baysal. Bir an geliyor, her şeyini, tüm birikimlerini bırakıp... Bir taksiye bineceğim. Buraları terkedip, doğduğum memlekete, topraklara gideceğim diyen bir anlayış. Aynı sevda Emin Barında da vardı. Bolu'yu hiç unutmadılar. Bizlere bir veda, ayrılmak gibi algıladığım bu kitabtan, şahsım adına çok duygulandım.
İstanbul Feriköydeki aile mezarlığına kaç insanımız gider, yolu düşer, aklına gelir, zaman bulur... Bu kadar kolay olmamalı. Hepimizin öleceği bir an. Ne zaman olursa… Zamanın önüne geçemiyor insan. Ne yaparsa yapsın. Beni ilahlaştırmayında, mimar olmazsa mühendis olmaz. Amca olmazsa yeğen olmaz. Evladından bile seni inan çok sevdi İzzet Baysal. Bunu ben biliyorum. Mektuplardan. Böyle veda olmamalı. Alabildiğine birbirini yiyen, çıkar gurubları, böyle bir yaşam öyküsünü alın edinin ve okuyun. Ruhsuzlaşmayın. Yarının ne olacağı belli değil. Sağlık, bir bakmışsın kanser, kalp, şeker, böbrek iflas vs. Değmez beyler değmez. Alın Baysallar ailesinin örneğini. İnanın dünyada yok örneği. Ahmet amca. Yerin Bolu olmalı. İstanbul değil. Beni annem ve babamdan mahrum etmeyiniz desenizde, arzunuz gönlünüz böyle olsa da... Gelin bu kararınızdan vazgeçiniz. Bolu'muzdaki insan sevgisi, hele hele öldükten sonra, geç algılanan bir yapıya sahip. Kedisini kaybetmeden kıymetini bilmez. Zira hep gözünün önündedir. Aldırış etmez. Eskiyi atmaz, bir gün lazım olur der... Gelin ailecek, doğduğunuz topraklara… Gelin...!!!!
DÜŞÜN, ALKIŞLANMADAN ÖNCE........!!
Çamlar ve göller ülkesi(bu bir sevginin ifadesi, yoksa memlekettir doğru olanı)... Soğuk ama bir o kadarda, devletine saygılı, onlara biat eden, bir zabıta, polis, asker, maliyeci gördüğü zaman titreyen, güzel şehrimizde son 2 yıldır her türlü suçun arttığını görmek inanın çok üzücü. Bunun yanında da, gündelik kirli bir siyaset anlayışı, ithamlar, karalamalar. Sanki kendileri peygamber, hayatları 4+4... Dört halife dönemini okusanız, ağlarsınız ağlar. Yaşam acımasız, herkes işi görülene kadar. İşi biten, unutmaktadır acizane hareketini. Karılar gibi dedikodu yapmak… İnadına kişisel. Yerel seçimlerin çantada keklik olmadığını 2 ay öncesinden kaleme aldım. İstikrarlı bir gelişimi yakalayamadık ne yazık ki. Günlük politikalarla uğraşıp duruyoruz. Memlekette uyuşturucuya yönelik alışkanlıklar olmaya başlamış. Bir emniyet yetkilisi bana 40 kişi cezaevinde bundan yatıyor deyince, şaşkınlaştım, fuhuşta artış var, şehir yabancılaşmış. Selam verecek cadde de adam yok. Alabildğine yabancılaşmışız. Ekonomik yaşam berbat. Kimse hayatından memnun değil. Söylermisiniz bizlere ne oldu? Kendi kendimize yok etmeyi tarih boyunca hep sevmişiz nasıl olsa. Ne çıkar?