Takvimler, 14 Şubatı gösteriyordu.
O gün  “Sevgililer günüydü”.  
Genç öğretmen, hızlıca giyindi. Tıraşını geceden olmuştu. Saçlarını alel acele taradı. Çocuklarına markete gidip geleceğini,
Evde yaramazlık yapmamalarını, tembih etti.  

Genç öğretmen,
Evden çıktı, arabasına bindi.
Heyecanlıydı.
Bu gün 14 Şubattı ve yine sevgilisine gidecekti.

Daha önceden yaptırdığı ve taksiye özenle yerleştirdiği buket çiçeği hazırdı.
Bir daha heyecanlandı.
Arabaya bindi, kontağı çevirdi.
Dikiz aynasından kendine bir daha baktı. Hoş kokan losyonunu boynuna sürdü. Gaza bastı.

Genç öğretmen arabadan indi.
Sanki bütün gece bu anın hayalini yaşamamış gibi,
Az biraz isteksizleşti. Ayakları yorgun, dizlerinin bağı kesilmişti sanki.
Ağır adımlarla,
Sessizce yatan sevgilisinin yanına vardı.  

Usulca yanı başına oturdu.
Cümleleri de nasıl kuracağının telaşındaydı.
Ne söyleyeceğini de bilemiyordu.
Alt dudağını ısırdı. Ağzı kurumuştu. Dili damağına yapıştı.

Uzaklardan gelen sığırcık ve saka kuşlarının sesleri birbirine karışırken,    
Genç öğretmen,
Elindeki buket çiçeği, sevgilisinin başucuna usulca bıraktı.
Bir adım geriye kaçtı,
Sıkıntılıydı,
….
Gözleriyle, sevgilisini bir daha baştan aşağıya süzdü.

Gayrı ihtiyari elini attı,
Elleriyle bir şeyler yakalamaya çalıştı.
Ve yakaladı.
***
Orada içi su ile dolu olan naylon ibriği eline aldı,
Sevgili kadınının,  kirlenmiş,
Mezar taşını yıkamaya başladı. 
***
Mezar taşının başlığını, elleriyle okşayarak,
Kadınını severcesine ellerini mermer başlığın üzerinde gezdirdi, 
Gözleri nemlendi. Burun delikleri genişledi.
Ciğerine sıkışan basınçlı havayı büyük bir hırıltıyla dışarıya verdi.

Kadınının mezarının ortasında kırmızı bir gül bitmişti,
Üzerindeki çiy tanelerine, genç öğretmenin gözyaşları değdi.
O genç öğretmen, 
Kendinin yaralı kurtulduğu, kural hatasından dolayı,
Trafik kazasında kaybettiği eşine bir buket çiçek, hiç dinmeyen gözyaşlarını ve pişmanlıklarını getirebilmişti yine.

Genç öğretmen, sıkıntıdan,
Alt dudağını ısırdığında,
Bir damla kan da süzülüp, kabir toprağına düşüverdi.

Çaresizdi.
Sevgiliye,  kafayı toparlamaya çalıştı. İç cebinden çıkardığı cüzü elina aldı. Yasin-i şerifi  okumaya başladı.  
Başı göğsüne yapışmış halde, nemli nemli dualar etti.  
Başka ne yapılabilirdi ki?
Çok özlemişti. Elden ne gelirdi ki!

Otomobiliyle 70 metreden şarampole uçtu, burnu bile kanamadı Otomobiliyle 70 metreden şarampole uçtu, burnu bile kanamadı


Genç öğretmen,

Kendine kırgın bir halde, gözünden akan nedamet yaşlarıyla birlikte:
-“Seni seviyorum, seni seviyorum!” diye söylenerek, mezarlıktan çekti gitti.

( F. Bayramoğlu- 2015 Yılı Hikâyelerimden )
***
(Bir başka farklı bir sevgiyi sunalım)
Mevlana Hâlid-i Bağdâdi hazretleri, Irak ve Şam'da yetişmiş, büyük velilerdendir.  Silsile-i aliyyenin yirmi dokuzuncusudur. Asrının müceddidi idi. (1779-1827)
Peygamber efendimize yazdığı bir kasidenin bir kısmını, yazalım.
Gerçek Sevgiden pay alalım.

***
Ey günahlılar sığınağı, sana sığınmaya geldim!
Çok kabahatler işledim, sana yalvarmaya geldim!

Karanlık yerlere saptım, bataklıklara saplandım,
Doğru yolu aydınlatan, ışık kaynağına geldim.

Çıkacak bir canım kaldı, ey bütün canların canı!
Uygun olur mu söylemek, canımı fedaya geldim.

Dertlilere tabipsin, ben ise gönül hastası,
Kalp yarama deva için, kapını çalmağa geldim.

Cömertlerin kapısına, bir şey götürmek hatadır.
Basmakla şeref verdiğin, toprağı öpmeye geldim.

Günahlarım çok, dağ gibi; yüzüm kara, katran gibi,
Bu yükten ve siyahlıktan tamam kurtulmağa geldim.

Temizler elbet hepsini, ihsan deryandan bir damla,
Gerçi yüzüm gibi kara, amel defterimle geldim.

Kapına yüz sürebilsem, ey canımdan aziz canan!
Su ile olmayan işler, hâsıl olur o topraktan!

Editör: Berfin MUTLU