Sosyal, siyasal ve tarihsel olayları, bütün cepheleriyle incelemek gerekir. Eğer olaylar bir bütünlük içinde ele alınmazsa, doğru sonuçlara ulaşılamaz ve karanlık noktalar aydınlatılamaz. Geniş bir perspektiften bakıp, olayları değerlendirdiğiniz zaman hakikatler ortaya çıkıverir. Özellikle tarihî tecrübeler doğru okunur ise, bunlardan nice nasihatler, nice dersler çıkar ve hakikatler bize yol gösterir.  

Son zamanlarda tartışılan ve “Türkiyelilik” kavramıyla ifade edilen bazı beyanlara, Türk aydınları tarafından geniş çaplı itirazlar gerçekleşti. “Türkiyelilik” tabirini kullanan bazı aydınımsılar, kiralık ve cahil kalemler, “Türk” kimliğini tarihî, sosyal ve siyasî gerçeklerinden kopartarak; ırkçı, ötekileştirici ve dayatmacı olarak yorumlayıp “Türkiyelilik” kavramını savunmaya çalıştılar, eziklik ve mağdur edebiyatı içinde “Türk” kimliğini reddettiler. Hatta içlerinden biri, “Türkiyelilik” kavramını tehlikeli görüp “Türk” kimliğini savunanların “kof ve hamasi” bir söylemle konuştuğunu söylemişti. Birtakım neoliberaller, eski komünistler, kozmopolitler ve bölücüler tarafından ortaya atılan “Türkiyelilik” kavramı, bu güruhun “Türk” kimliğinden rahatsız olduğu, temelsiz ve asılsız bir kimlik ihdas etmeye çalıştığı, Türk’ün millî varlık ve birliğini parçalamak istediği anlamına gelir.   

Ben, önce “Türkiyelilik” kavramını ısrarla dayatanlara söyleyeyim ki, “Türklük”ten korkacak bir şey yoktur. Türk; dün vardı, bugün de var, yarın da var olacaktır. Şartlar ve durumlar geçici, Türklük bâkidir. Ancak bu söylediklerim, “Türkiyelilik” kavramında tehlike yoktur anlamına gelmiyor; anlatacağım tarihî gerçeklerden bugüne baktığımızda, Türk milletine yönelmiş açık bir tehdidin söz konusu olduğunu göreceksiniz; görmelisiniz de. Doğru düşünüp, sağlıklı değerlendirerek, bu olayı net bir şekilde konuşalım.  

Başlangıçtan beri Devlet-i Aliyye’nin egemenliği Osmanoğullarına aitti, kurucu unsur ise Türklerdi, resmi dil Türkçeydi ve hâkim millet Türklerdi. 19. yüzyılda yeni bir dünya düzeni kuruldu. Güçlü devletler, başka ülkelerde yaşayan ve kendi dininden olan azınlıklara “koruma” adı altında müdahale etmeye çalışıyorlardı. Bu politika Osmanlıdaki gayrımüslim milletler üzerinden bir operasyona da sebep oldu. Avrupalı Devletlerin baskısıyla 1839 yılında ilan edilen Tanzimat Fermanı ile Osmanlıların hâkimiyeti altında yüzlerce yıldır hoşgörü, güvenlik, refah ve adaletle yaşayan gayrımüslimler İngiliz, Fransız ve Rusların koruması altına alınmıştı. Ancak bu da yetmemişti! Gayrımüslimlere Tanzimat Fermanında verilmeyen siyasal, sosyal ve kültürel haklar, 1856 yılında ilan edilen Islahat Fermanı ile verilmişti. Islahat Fermanıyla birlikte Osmanlı idaresinde yaşayan azınlıklara geniş haklar tanınıp azınlıklar bağımsızlık isteklerine doğru adım adım giderken Cevdet Paşa’nın dediği gibi Müslümanlar “millet-i hâkime” iken bu mukaddes haklarını kaybetmişlerdi. Bazı Türk aydınları ise “Osmanlılık” adı altında bu siyasî ve hukukî duruma uygun yeni bir prensip, yeni bir fikir getirmeye çalışmışlar ama başarılı olamamışlardı. Neden başarılı olamamışlardı? Çünkü Türk aydınları “Osmanlılık” fikrini benimseyip Devlet-i Aliyye’yi kurtarabileceklerini umarken gayrımüslim aydınlar bu fikri asla benimsememişlerdi. Çünkü onlara göre gerek fermandaki hükümler gerekse Osmanlılık fikri, ulusal bağımsızlıklarını kazanmak için sadece bir vasıtaydı. Amaçları Osmanlı kalmak, Osmanlı’ya bağlılık duymak değildi, Osmanlı’dan kopmaktı. Avrupalı Devletler ve Rusya da onları maddî ve manevî olarak destekliyordu. Anayasal haklarına kavuşmuşlardı, Müslüman ile gayrımüslim arasında hiçbir ayrım yoktu, buna rağmen yabancı devletlerin baskı ve müdahalesi artıyor, her tarafta isyanlar patlak veriyordu.     

Size bahsettiğim bu kısa tarih dersi, muhtevasında derin bir tecrübeyi barındırıyor. Şimdi bu tarihî tecrübeyi unutmadan, günümüzde “Türk” adına alerji duyanların ahvaline bakalım:  

2000’lerin başında tartışmaya açılan “Türkiyelilik” kavramı, doğrudan Türkiye’nin bölünmez ve parçalanmaz bütünlüğüne yönelik bir tehdittir. Bu durumu oldukça hoşgörüyle karşılayan ve çiçek böcek edebiyatı yapan aydınımsılarımız; sosyal, tarihsel ve bilimsel gerçeklerden kopuk, uydurma bir kavram olan Türkiyeliliğin “hararetli savunucusu” olmuşlardır. Türk milletinin birliğini sağlayan millî müşterekler yerine ayrılıkçı ve bölücü unsurları ön plana çıkarmışlar, Türk milletini “millet ve milliyet” şuurundan uzaklaştırarak, aralarında vatandaşlık bağından başka müşterekleri bulunmayan, maddî ve manevî değerleri alınmış bir insan yığını olarak değerlendirmişlerdir. Küreselleşme ve çok kültürlülük kavramlarını bölücülük heveslerine perdeleyen ve bu kavramları büyük ölçüde kullanarak millî kimliğimizi yok sayanlar önce Türkiye’de sayısız etnik grubun varlığını ortaya attılar, bunların millî kimliğimizden bağımsız olduklarını iddia ettiler; 90’lı yıllarda “mozaik” dediler olmadı, sonra “Türkiyeli” demeye başladılar. Peki, bugün “Türkiyelilik” zırvasını geveleyip duranlar ne amaçlıyor? Vatandaşlık tanımından “Türk” adını çıkararak kim olduğunu bilmeyen, millî kimliğinden habersiz, geçmişinden kopuk, millet ve milliyet olma şuurundan uzak kalabalık bir yığın mı oluşturmak istiyor? Türkçe dışındaki başka dillerle ana dilde eğitim yapmak mı istiyor? Türkiye’nin başta yerel yönetimler yapısı olmak üzere idare sistemini değiştirmek ve Türkiye Cumhuriyeti’nin milli devlet yapısını yıkarak özerk bölgeler sistemini uygulamayı mı hedefliyor? Yoksa zaman ve şartlar elvermediği için asıl amaç ve niyetlerini şimdilik saklayıp “eşit vatandaşlık” gibi bir söyleme mi başvuruyorlar? Türk milletinin kimliğiyle oynamak, tahribat ve tartışmaya yol açmak; Türk milletinin eşit, saygın ve kıymetli evlatlarını emperyalizm destekli yapay sorunlarla özdeşleştirmek son derece tehlikelidir.    

Yaklaşık 170 yıl önce nasıl bir oyun oynandıysa, bugün de benzeri bir oyun oynamak isteyenler var. Oyunu oynayanlar aynı olsa da, oyuncular ve rolleri değişti. Biliyoruz, bu oyun tutmayacak ama biz sadece uyarıyoruz. Bugün birilerinin çıkış yolu olarak sunduğu “Türkiyelilik” aslında çıkmaz bir sokaktır; içi boş, anlamsız ve temeli olmayan bir kavramdır. “Türk” kimliğini değiştirdiniz, gece yattınız sabah uyandınız “Türkiyeli” oldunuz, her şey düzelecek mi? Yarın “Türkiye’nin içinde ‘Türk’ var, Türkiye de ‘Türklerin ülkesi’ demek, bu da ayrımcılık, bunu da değiştirelim” diyenler olmayacak mı zannediyorsunuz? Kimse bizden bu kadar saf olmamızı beklemesin, meselenin sadece bir kelime değişikliği olmadığını, Türk’ün millî kimliğini silmek olduğunu biliyoruz. Biz Türk’üz. Tarihimiz, dilimiz, hissimiz, fikrimiz, bakışımız, duruşumuz Türk! Mesele bir kelime oyunu değil, Türk’e karşı oynanan oyundur. Ama biliyoruz ki hiçbir oyun Türk kimliğini parçalayamaz!