Kovuklarından merdiven,

Dallarından trabzan yaptığım ağaçtaki;

Kuş yuvaları bom boştu.

Sıcak koyu bir çay ısmarladım.!

Aşinası olduğum..Aşiyan'da.

Uykum usulden, kar usuldan yağıyordu.

Dallar aliminyum, dağlar gümüş, rüyalarım altın kaplamaydı zahir.

Soğuk insanın kemiğini, tavşan umarsız havucunu kemiriyordu.

Sincaplar her zamanki gibi ceviz kırıyor, ay gökyüzünde avize gibi duruyordu.

Bir peynir masalında; kargalar, tilkilerle meşguldü.

Aslan pençelerini yalıyor, çakallar kemik yalamak için sıra bekliyordu.

Kukumav kuşu periskop başı ile nöbette idi.

İzliyordu.

Kuş yuvasında içim geçmiş, göz kapaklarım ağırlaşmış, bedenim ilk defa bu kadar ısınmıştı.

Dalların arasındaki kuş tüyleri, yanaklarıma/kulaklarıma ilişiyordu.

İliştikçe, gıdıklanıyor; gıdıklandıkça, kıvrılıyor,

Kıvrıldıkça, sıcak kuş yuvasında ayaklarım karnımda vav” gibi olmuş,

Sanki yeniden doğuyordum.

Aşiyan'a;

Bir serçe konmuş, benimle kuş dili ile konuşuyordu.

  • “Uyuguyormusugun” gibi bir şeyler söyledi.

Şaşırdım.

Çocukluk günlerimin dili ile konuşuyordu.

Çocuksu;

  • “Uyugumuguyorum, rügüya gögörmeyege çagılışıgıyogorum” diye

cevap verdim.

Devam etti, sesi okşayıcı, melodisi ninni gibiydi.

  • “Kagalk” diye devam etti narin sesiyle.
  • “Uguyan” diye uzun uzun öttü.

Uyanmıştım.!

Tüm rüyalarımı ormanın başkentine bırakmış, karşısından bağdaş kurmuştum.

Kuş, usulca sağ dizime konmuş, dereden/tepeden/öteden/beriden konuşur olmuştuk.

Dilimiz çözülmüş, dallardaki, dağlardaki karlar erimiş, gümüşi renkler kaybolmuştu.

Altın kaplama zannettiğim rüya, bir kuş olup dizime konmuştu.

Gözümde;

“Elif” gibiydi.

Sağ elimle sırtını sıvazladım.

Başını daha bir dik yaparak okşanmayı bekledi.

Yalın, narin/nazik tüyleri sıcacıktı.

Pıt pıt atan minik bir kalbi, kocaman bir yüreği vardı.

Yüzüme baktı.

Sonra gözüme.?

  • “Kalk” dedi.
  • “Gidiyoruz”

Dizimden havalanırken elimden tuttu.

O kanat çırpıyor/ben çırpmıyor ama uçuyordum.

Orman gerilerde kalmış, yüksek camii minarelerine az kalmıştı.

Ay ışığı ormanda gördüğümden daha az ışıyordu.

Bir lazer ışığı gözümü almış, bir füze yanımdan geçmiş, kuş kanadından yara almıştı.

O an;

Kuş'tan utanmıştım.

Bir top mermisi vurmuştu onu.!

Saçma bile değildi üstelik.

“Saçmalık” dedim.

Utanmıştım.

Halbuki birlikte ne güzel uçmuş,

Ne güzel şeyler konuşmuş,

Yuvasında uyumuş/yuvasından uçmuştum.

Sanki benim kolum kanadım kırılmış, ben yara almıştım.

İnlememle ailemde uyanmıştı.

Bakıştık.

Yine;

Minik bir serçenin, füze ile vurulduğunu anlamış,

Uykuda kuş dili konuşarak sayıkladığımı söyler olmuştu.

Annemden doğmamışken nasıl kıvrılmış isem, yatağımda öylesine ufalmıştım ki;

Minarelerden semaları çınlatırcasına bir ses yükseliyordu.

Her olayın, her nesnenin, her zorluğun temelinde bize bir kabiliyet kazandırma hikmeti mi gizli.

Onu diyorum.