İÇİMİZDEKİ AVRUPALILAR

On yedi yıl sekiz ay.

Ağrı'nın Diyadin İlçesi Yeniçadır Köyü'ne öğretmen olarak tayin emrini aldığımda, on yedi yıl sekiz aylık çocuk sayılacak bir gençtim.

On sekiz yaşımdan gün alamadığım için, öğretmen olan babamın bir meslektaşının şahitliğinde kaza-i rüşt ispatımızla birlikte Ağrı'nın yolunu tutmadan önce, çocuksu heyecanlarımın, mesleki sorumluluklarımın önüne geçmesine fırsat veriyordum.

Bu çocuksu heyecanlarım, ilk defa beni gururlandırıyor, içimi derin bir mutluluk ve sanki sonsuz bir özgürlüğe yelken açıyor hissiyle tarifsiz keyifler alıyordum.

İlk'leri yaşamak, mutluluk ve güven duygusu içinde beni sarmalıyor, heyecanlarıma yeni coşkular kondurmak için ilk'lerimi sıraya diziyor, yeni açılımlarımdan da umarsız keyifler alıyordum.

İlk defa sanyo marka, tuşlu ve ses kayıt özelliği olan bir teyp edinmiştim mesela,

İlk defa taş plaklardan, Müzeyyen Senar'ın bütün eserlerini üç adet doksanlık kasete çektirmem epey bir vaktimi almıştı.

Gazete bayii'nden aldığım birçok gazeteyi koltuğumun altına sıkıştırdığım sırada, Erzurum treni için son kalkış düdüğü çalıyordu.

İlk defa edindiğim, deri kılıflı standart markalı radyom iki adet kalem pilsiz katiyen çalışmazdı.

İlk defa Küçük ve Büyük Ağrı dağlarını daha yakın edebilme adına, bir dürbün satın almam dahi, çocuksu meraklarımın bir tezahürü olarak gerçekleşmişti.

İlk defa gurbette yemek pişireceğimi düşünen annem alüminyum bir tava, bir tencere ve bir de çaydanlık takımı koymuştu denklerimin arasına.

Köye ulaştığımda ise sadece onyedi yıl sekiz ay ve iki gün geçmişti. Daha iki gün büyüyebilmiş, ama Ağrı'nın Diyadin İlçesinin, Yeniçadır Köyünü, vardığım ilçede bilen olmamıştı.

Doğu Beyazıt'ta okuyan bir lise öğrencisi Bozo'nun yeni isminin artık Yeniçadır olduğunu söylediğinde, ilk heyecanlarımın yerini, artık bilinemez kuşkulara ve korkulara bırakacağını oracıkta hissedebilmiştim.

Yeniçadır köyünün bilinememiş olması heyecanlarımı,

Bozo köyünün yok hükmünde sayılarak isminin silinmesi gururumu kırmıştı.

Doğu Anadolu'nun en ucu sayılan, sınıra otuz beş kilometre mesafedeki Yeniçadır (Bozo) köyünü,

Türkiye'yi suni bir gündemle yeniden karıştırmak ve süreci baltalamak adına yola çıkanlara, Bozo (Yeniçadır) Köyü örneğimi paylaşarak yad ederken..!

İlk defa, Küçük ve Büyük Ağrı dağlarını gördüğümde, daha önce bize dağ diye yutturduklarının sadece tepeden ibaret olduklarını,

Her ve ilk gazlı lambaların isli yanışlarında, Bozo köyünü ve yaz kış tepesinden kar şapkası eksik olmayan Ağrı dağını,

Ata binmeyi ve sonrasında eyersiz dahi bunu başarabilmiş olmayı, Mirza'ya borçlu olduğumu,

Nerede ise her on atışın sekizinde on beş metreden gazoz kapağını vurabilmemi, köyün korucusunun talimleriyle başarabildiğimi,

Çamaşırlarımın dünya kardeşim hoca efendinin hanımı tarafından yıkandığını, ekmek ihtiyacımı yine onun yaptığı temiz lavaş ekmekleri ile karşıladığımı,

Bozo köyünde aşiret savaşları olmasına ve her akşam müsademe içinde kalmamıza rağmen burnumuzun dahi kanamadığını, lojmanın kapısını bir kez dahi içeriden kilitlemediğimi,

Köyün gençleri ile gün aşırı güreş tuttuğumu ve güreşlerin sonucunda unutulmaz dostluklar kurulduğunu,

Köyde yaşayan birkaç cüzamlıdan biri olan hasta bir amcaya bayramlaşma anında elimi uzattığımda bana elini vermeyerek, yüzünün ve ellerinin kalan tarafları ile bana acı içinde tebessüm etmeye çalıştığını,

Ben bilmeden, bilemeden köydeki genç kızların giysilerinin renklendiğini ve bunun tek taraflı aşklar olduğunu sonradan öğrendiğimi,

Köyün tek ve ilk çeşmesinden su almaya gittiğimde, korkudan o malum hal başıma gelmek üzere iken, köylülerin o an anlayamadığım sözlerine ekli tebessümleriyle rahatladığımı,

Akşamları gaz lambası ışığında köylülerle, Müzeyyen Senar şarkıları eşliğinde içtiğimiz kırtlama çayların tadını, benimle Türkçe konuşmaya özen gösterdiklerini, benim de Kürtçe öğrenmeme yardımcı olduklarını,

Sigara içmediğimi bilmelerine rağmen, ısrarla tütün sarmayı öğretmek için sıraya girdiklerini,

Her tokluk kestiklerinde beni mutlaka davet ettiklerini, sonra hep birlikte meşhur aşık kemikleriyle oyunlar oynadığımızı,

Çocuklarını kız olsun erkek olsun mutlaka okutmak istediklerini ve bunun için hiçbir zorlukla karşılaşmadığımı,

Pilli radyomun uzun dalga kanalından Ankara radyosunu dinlemeye bayıldıklarını,

Sabahları Küçük Ağrı ile Büyük Ağrı'nın ardından yükselen sabah güneşini yatağımdan sadece doğrularak görme şansına sahip olduğumu,

Ranzamın bir okul kapısı ve altında dört adet üzüm kasasından mamul olduğunu, onlarla birlikte kışları tezek yakmayı ve yapmayı öğrendiğimi,

Toprak ve tek odalı dam türü evlerde yaşamalarına rağmen paylaşma duygularının olağanüstü boyutta olduğunu,

Tayinim çıktığında ve oradan ayrılma vakti geldiğinde, bütün köy halkı, öğrencilerim ve ben hüngür hüngür ağladığımızı ve beni köyün çıkışına kadar uğurladıklarını,

Asla unutmam, mümkün olamaz.

Bu anılar yeni/yeniden belleğimde canlanırken..!

Gerici, tutucu olduğu söylenen, diktaya gittiği söylenen iktidarın, isteyenin çocuğuna istediği ismi koyabilmesini serbest bırakması,

Bundan böyle kimse senin ismin Türk ismi değil diye suçlanamayacak, değiştirmeye zorlanamayacak olması,

Çocuk denecek yaşta, ilk mesleki tecrübeme samimiyetle eşlik eden, bana sahip çıkan Bozo'luları bir kez daha anmama sebep oldu.

O vakitler; 1970'lerde Rum isimlerine, Ermeni isimlerine Türkçe değil” itirazı kimsenin aklına bile gelmez iken, Kürt isimlerinin tüyleri diken etmeye yetmesine, isimlerin değişmesine anlam yükleyemezdim.

Şimdilerde her şey anlamını ve yerini bulmaya başladı.

İsmini değiştirmek için mahkemeye gitme şartı da kaldırılıyor artık.

Bazı amigolar ve içimizdeki Avrupalılar (İrlandalılar değil) bu süreci kürtlere göz kırpmak olarak yorumlayabilirler ama Rojda yasak, Agop, Maria, Kirkor'un serbest olmasını açıklayamazlar.

Ha bu arada;

Pasaport verme yetkisi polisten alınıp, nüfus müdürlüğüne..

Jandarma da askerden alınıp polise bağlanacakmış..

Diktatör falan yakıştırmaları falan var ya..

Bakalım bu olan gelişmelere ne ad bulacaklar.

Devrim mi derler,

Yoksa hala daha diktatör demeye devam mı ederler.

Göreceğiz.