Eğitim Sen Bolu Şube Başkanı Erkan Korkmaz, ÖYP'nin kaldırılmasından sonra ne yapılması gerektiğine ilişkin bilgi verdi.

Eğitim Sen Bolu Şube Başkanı Erkan Korkmaz; Ancak gerek haberlerde altı çizilen konuların tek düzeliği, gerekse YÖK'ün açıklamasındaki basit gerekçelendirmeler konunun mevcut tartışmaların ötesine taşınmasını zorunlu kılmaktadır. Aksi halde yaşanan ve yaşanabilecek sorunlara çözüm üretmek mümkün olmayacaktır” dedi. Uzun adı Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı” olan ÖYP, yeni kurulan üniversitelerin öğretim elemanı ihtiyacını karşılamak için yürütülen bir programdı. ÖYP kapsamında araştırma görevlisi olmak isteyen kişi, belirli sınavlardan aldığı puanla başvuru yapmakta, sıralamadaki derecesine göre atanma hakkı kazanmaktaydı. Dolayısıyla yapılan atamalar merkezi sistem üzerinden yürütülmekteydi. Hal böyle olunca, 13 yıllık AKP iktidarının önemli bir parçası olan kadrolaşmanın önünde ufak da olsa engelleyici bir yanı bulunmaktaydı. Sadece işe alım sürecinde değil, ÖYP aynı zamanda araştırma görevliliğinde güvencesiz istihdamın biçimlenmiş hali olan 50/d'ye göre daha güvenceli bir çalışma yaşamı sunmakta, bu nedenle daha fazla talep edilmekteydi.

Ancak olumlu özelliklerinin yanı sıra ÖYP programı, araştırma görevlilerine imzalatılan yüksek meblağlı senetlerin yarattığı baskı, bu nedenle çalışma ve öğrenim süreci sürekli bir borç” baskısı altında kalmaları, ÖYP'lilerin lisansüstü öğrenim gördükleri kurumlarda dış kapının mandalı” muamelesine maruz kalmaları, kendilerine sunulan bütçeleri kullanamama ya da kullandıklarında ise kendileriyle ilgili olmayan alanlarda kullanarak borçlandırılma gibi sorunlarla da uğraşmak zorundaydı. Bunların yanı sıra ÖYP'nin köklü üniversitelerde de araştırma görevlisi istihdamında kullanılmaya başlanması, üniversitelerin kurumsal özerkliğini ve akademik özgürlüklerini sınırlayan bir işlev görmeye başlamıştı. Sonuç olarak ÖYP'nin sunduğu en önemli avantaj, iş güvencesi olarak karşımıza çıkmaktaydı.

Hatırlanacağı üzere AKP, 2011 yılında Meclisi baypas ederek çok sayıda Kanun Hükmünde Kararname çıkarmıştı. Bu KHK'lerle getirilen bir düzenleme ise Danıştay'ın herhangi bir sözlü sınavın sesli ve görüntülü kayıt altına alınması, hukuksal denetimin bu kayıtlar üzerinden yapılması” yönündeki kararlarını boşa çıkarmıştı. Böylelikle sözlü sınavlar sesli ve görüntülü kayıt altına alınmayacak, sadece adaylara verilen puan çizelgelerinin tutulması sağlanmış oldu. Dolayısıyla, hali hazırda yürütülecek sözlü sınavların hukuksal denetimi kısıtlanmış ve hakkaniyeti ortadan kaldıran sözlü sınavlar sistemi kamu personel rejiminin merkezine yerleştirilmiştir. Nitekim YÖK de ÖYP'de yeni bir düzenlemeye giderek, YÖK'ün belirlediği jürilerce sözlü olarak yapılabilecek Alan Sınavı” uygulamasını getirmekten geri durmamıştır! Daha ilk günden yargıya taşıyacağımızı duyurduğumuz bu düzenleme dahi belli ki beklentiyi karşılamaktan uzak olacak ki ÖYP'nin kaldırılması gündeme gelmiştir.

YÖK'ün ÖYP'yi kaldırma hamlesi basında kadrolaşma” üzerinden tartışılmaktadır. Buna neden olan durum, AKP'nin iktidara geldiği günden bugüne yürüttüğü kadrolaşmadır. Dolayısıyla bugüne kadar yerleştirilen kadroların sahip olduğu yetkileri liyakat ilkesi” doğrultusunda değil, AKP'ye sadakat” ve itaat” ilkesi üzerinden kullandığını, dolayısıyla kurumlara ve kişilere duyulan güvensizliğin had safhaya çıktığını söylemek mümkündür. Basit bir taramayla ulaşılabilecek çok sayıda skandalın varlığı dahi bu tespitimizi kanıtlamaya yetecektir. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde yapılan yüksek lisans jürisine gönderilen ve adayların isimlerinin yanına düşülen notlarla fişlemeler yapılarak jüri üzerinde baskı kurulduğunu ya da Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi'nin adrese teslim skandal kadro ilanı verildiğini hatırlamak herhalde yeterli olacaktır.

Bu nedenle ÖYP üzerinden yürütülen tartışmalardan da kolaylıkla görülebileceği üzere araştırma görevliliğine atanma sürecinde haksızlığa uğrama, işe alınmama kaygısını giderebilecek temel çözüm, evrensel hukuk kriterlerine uygun, objektif, liyakati temel alan ve şeffaf atama süreçlerinin işletilmesidir. Kadrolaşma Sadece İşe Alım Yöntemiyle Değil, İşten Çıkarmayla da İlişkilidir! Unutulmamalıdır ki ÖYP kaldırıldığında araştırma görevlisi istihdamında yaygın eğilimin 50/d üzerinden istihdamla olması kaçınılmazdır. Nitekim bu kaygımızı, YÖK'ün 50/d Çalıştayı sonrasında da kamuoyuyla paylaşmış, ilgili herkesi bu konuda sorumluluğa davet etmiştik.

Her yıl sözleşme yenilenerek istihdam olanağı sağlayan ve basit gerekçelerle işten atmaların tipik örneği olan 50/d ile eleştirel, muhalif ve özgür çalışmalar yürütmek neredeyse imkansızdır. Bu niteliğiyle 50/d, AKP ve YÖK'ün bilgi üretme süreçlerine yönelik tepeden ve yasakçı müdahalelerine en uygun zemini yaratmaktadır. Ayrıca 50/d istihdamı, makbul görülen çalışma konularının (bu konular genelde sermaye çevrelerinin ve AKP'nin ihtiyaçlarıyla doğrudan ilişkilidir) dışında kalan araştırma konuları üzerine akademik çalışmalar yapmanın ya da kimliğiyle, düşüncesiyle, ifade özgürlüğüyle, inancıyla, cinsiyetiyle giderek sınırları daraltılan“makbul vatandaşlığın” dışında kalanların üniversitelerdeki varlığının yok edilmesi demektir. Bu nedenledir ki güvencesiz istihdamın sunduğu işten atma kolaylığı, makbul görülenin dışındaki her şeye sınır koyacak ve üniversiteleri gerek nitelik, gerekse kadroları itibariyle tek tipleştirmenin önünü açacaktır.

2012 yılında yayımlanan ve daha sonra yeterince liberal” bulunmadığı için rafa kaldırılan YÖK Yasa Tasarısı Taslağı da bu konuda oldukça önemli düzenlemeleri bünyesinde barındırıyordu. O düzenlemede YÖK'e verilen yetkilerle sadece ticari değeri olan bilgilerin üretilmesini sağlamak ve öğrencilerin neyi, ne kadar öğrenmesi gerektiğini tek başına belirlemesi sağlanmak isteniyordu. Bunun dışına çıkma ihtimali olan her şeyi ve herkesi üniversiteden kovarak cezalandıracak mekanizmalar geliştirilmişti. Üniversiteleri tüm hücrelerine kadar kontrol altında tutmaya devam ederken, üniversitelerdeki potansiyel bir muhalefetin önünü önceden kapatabilecekleri bir yapıyı tesis etme amacıyla hazırlanmış bir yasa tasarısı taslağı karşımızdaydı. Dolayısıyla konuyu sadece ÖYP'ye sıkıştırmadan, AKP'nin yükseköğretim politikalarını daha geniş bir bakış açısıyla değerlendirdiğimizde kaygılarımızın basit bir kurgunun ötesinde somut nedenlerinin olduğu daha iyi görülecektir.

Yürütülen tartışmaların ÖYP'nin devam edip etmemesine odaklanması, halihazırda ÖYP'li araştırma görevlilerinin maruz kaldığı sorunları görmezden gelmesi ve akademik özgürlük ile güvencesiz istihdam arasındaki sorunlu ilişkiye işaret etmeden sadece kadrolaşma” boyutuna indirgenmesi sorunun merkezinden uzaklaşmamıza neden olmaktadır. Aynı işi yapmalarına rağmen ÖYP, 33/a, 50/d, 35. madde gibi farklı statülerde istihdam edilen araştırma görevlilerinin var olduğunu hatırlamak dahi çözümü örgütleyebilmenin yolunu açmaktadır. Talebimiz açık ve nettir! Araştırma görevliliği istihdamındaki farklılıkların giderilmesi ve koşulsuz, şartsız iş güvencesinin sağlandığı bir istihdam modelinin geliştirilmesidir. Araştırma görevlisi alım süreçlerinin ise üniversitelerin kurumsal özerkliğine uygun biçimde hukuksal, liyakati temel alan, objektif, nesnel ve şeffaf olmasıdır. Bu nedenle araştırma görevlisi yetiştirilmesi bölümlerin-fakültelerin asli sorumluluğu ve yetkisi sayılmalıdır.

Ayrıca, araştırma görevlilerinin görev tanımının, üniversitenin varlık nedenine ve evrensel ilkelerine uygun biçimde açık ve net olarak belirlenmesi gerekmektedir. Akademisyen yetiştirme bilimsel ve nesnel ölçütlere dayandırılmalı, eleyici-tasfiye edici olmamalıdır. Araştırma görevliliği, öğretim üyeliğine hazırlanmanın ilk aşamalarından biridir. Bu nedenle araştırma görevlilerine araştırma, inceleme, uygulama, deneyler yapma destekleri verilerek ve ders verme becerileri kazandırılarak deneyimlerinin arttırılmasına özen gösterilmelidir. Akademik ve bilimsel dolaşım tek taraflı olmaktan çıkarılmalıdır. Başta araştırma görevlileri olmak üzere bütün bilim insanlarının ulusal ve uluslararası her tür akademik çalışması desteklenmeli, bunun için gerekli kaynaklar ayrılmalıdır.

Unutulmamalıdır ki iş güvencesi olmadan akademik özgürlüklerden, nitelikli akademik çalışmalardan ve üniversitelerin insan, toplum ve doğa yararına faaliyetler yürütmesinden bahsetmek imkansızdır. Bu gidişata mahkum olmamanın yolu ise örgütlü mücadeleden ve dayanışmadan geçmektedir. Kişisel reklamcılık kampanyalarıyla twitter sendikacılığı” yapan ya da üniversitelerin sorunlarını yılın belirli dönemlerinde hatırlayan sendikalara” çağrımız da bu gerçeği idrak etmeleri yönündedir. Ayrıca kamuoyunun önünde deklere edilen düşüncelerle, kapalı kapılar ardında savunulan düşünceler arasındaki uçurumu da gidermeleri tüm bilim emekçilerinin yararına olacaktır!

Eğitim Sen olarak, mevzuat değişikliği takip etmekten işini yapamayan, yarınına sürekli kaygıyla bakan, maruz kaldığı baskı ve angarya karşısında yalnızlaştırılan tüm araştırma görevlilerini Artık Yeter!” demeye davet ediyoruz. Sizleri iş güvencesi talebimiz etrafında kenetlenmeye, YÖK'ün Ben yaptım oldu” mantığına artık son verecek güçlü bir mücadeleyi örgütlemeye davet ediyoruz”. Haber Merkezi