DOST KALMAK ZOR İŞTİR VESSELAM…

Bir önceki yazım olan Arkadaş mıyız dost mu?” başlıklı yazımın sonunda da belirtmiştim; dostluğun emek istediğini, dostluğun vefa istediğini, dostluğun çaba istediğini. Herkesin dost olamayacağını ve dost kalamayacağını dilimizin döndüğü ve kalemimizin karaladığı kadar anlatmaya çalışmıştım.

Değerlerimizi hızla yitirdiğimiz şu günlerde artık dostluklar kurmak, dostlukları sürdürmek daha da bir önem taşımaya başladı. Dost sohbetlerinde konuşmaların nerede ise tamamına yakını dost bilinen kişilerden yenilen kazıkları konu alıyor. Konunun derinliklerine indikçe geçen haftaki yazımda da belirttiğim gibi acaba bu kazık atanlar ve kazık yiyenler arkadaş mı, dost mu diye de sorgulamaya başlıyoruz. Konuşma biraz daha ilerledikçe, gerçekten bu kişilerin kader birliği yapmış dostlar olduğu beliriveriyor.

Evet dostluğu kurmak zordur. Ama onu idame ettirmek daha da zordur.

İnsanlar hep şunu düşünürler. Bir hata yapılır, hemen arkasından şu cümle dökülüverir. Ya hata yaptım ama o benim dostum bu hatayı çekmesi lazım. Güzel. Yeni arkadaşlıklar ya da yeni dostluklar kurulur. Bu arkadaşlık ve dostlukların seviyeleri ilerletilecektir ya. Bütün bir mesai bu insanlara harcanır. O dost beklesin. Güzel. Mevki ve zenginlik bakımından yükseliş gösterilir. Beraber daha önce yürüdüğünüz, beraber bir dilim ekmeği paylaştığınız dostlarınız yanınızda olamazlar. Çünkü sosyal çevreniz değişmiştir. Onlar artık ikinci sınıftaki dostlarınızdır. Eski dostlar yerini bilmelilerdir. Güzel. İyi ya da kötü günleriniz olur. Bu günlerde etrafınızda dostlarınızı ararsınız. Onlardan bazıları yanınızdadır. Bazıları yoktur. Dostunuz bir kere daha yıkılmıştır. Ama o iyi ya da kötü günlerin dostlar için önemi yoktur. Buna da güzel demekten başka çare kalmaz.

Zaman gelir dostlarınızın bütün bu olumsuzluklar karşısında dostluk duyguları törpülenmiştir.

Eeeeee gün bu gündür ya dostlar çıkar bir yerlerden. Size ihtiyacı olmuş ya da dostluğunuzu hatırlamıştır. Dostum seni özledim. Dosttan ses yoktur. Sana ihtiyacım var. Dosttan ses yoktur. Mütemadiyen bu yollar denenir. Dosttan ses yoktur.

Sıkı durun! Dost(!) patlar. Ne oldu yani. Tamam bu hataları yaptım da sen benim dostumsun. Sen bu hataları çekmeyeceksin de kim çekecek sözleri dökülüverir ağızdan. Bu arada dostluklar devam etsin diye başkaları da vardır arayı bulmak için ortamda. Onlarda başlarlar ahkâm kesmeye. Ya ne var ya. Adam hata yapmış, bak geri gelmiş, hatalarını düzeltmek için uğraşıyor. Hadi eski günlerinize dönüverin. Aaaaaa patlayasın gelir bir an. Hiç kimse bu candan dostun geçmişte bu dostluğu sürdürebilmek için ne emek harcadığını, bu kötü günlerde ne kadar üzüntü içerisinde olduğunu bilmez. Hiç kimse şunu söylemez. Dostuna çok kötü günler yaşatmışsın. Sen bu dostluğu sürdürmeyi hak etmiyorsun, gerçeğini kimse ağzına almaz ya. İşte bu davranışta toplumda gelinen noktayı gösterir. Kimse kral çıplak diyemez.

Değerli okurlarım. “Yukarıya çıkarken her gördüğüne selam ver, çünkü aşağıya inerken yine aynı insanlarla karşılaşacaksın” gerçeği hiçbir zaman unutulmamalıdır.

İnanın sosyal hayatın bu kadar hızlı, bu kadar yoğun ve bu kadar acımasız devam ettiği zamanımızda bazı zaman ağzı sıkı sırlarınızı paylaşabileceğiniz, bazı zaman üstesinden gelemediğiniz sorunlar karşısında omzuna yaslanıp ağlayabileceğiniz, bazı zaman kötü günlerde bir yardıma muhtaç olabileceğiniz dostlara ihtiyaç duyulduğunda o kalbi kırık dostlar yanınızda almayabileceğini aklımızdan çıkarmamalıyız. Sosyal medyada bakın bir dostun haykırışına. “ Bugün kimse için bir şeyler yapmak içimden gelmiyorsa, dün elimden geleni yaptığım halde hep nankörlük gördüğüm içindir.” Tabi kalp kırıldı mı bir kere tamiri zordur. Hele dostluklarda daha da zordur.

Bir hikâye daha sizlere dostlukların ne kadar hassas alabileceği ile ilgili.

Adamın biri, bir gün bir yılan ile dost olmuş. Adamın ne zaman başı sıkışsa, darda kalsa falanca kuyunun yanına gider orda bir süre beklermiş. Yılan kuyudan çıkıp adama bir altın lira verirmiş. Adam geçimini bununla sağlarmış. Bu durum epey böyle sürmüş.
Derken, aradan uzun zaman geçmiş ve adam hastalanmış. Yaşlı olduğu için de kuyunun yanına gidemez olmuş. Bir gün oğlunu çağırtmış.
"Bak oğlum, falanca kuyunun yanına git, orda bekle, kuyudan bir yılan çıkacak o yılandan korkma, dosttur o yılan. Yılan sana bir altın lira verecek sende onu al ve bana getir." demiş. Oğlu babasına
"Tamam baba sen hiç merak etme" demiş.
Çocuk hemen yola koyulmuş. Falanca kuyunun yanına gitmiş ve orda beklemiş. Bir süre sonra yılan kuyudan çıkmış ve çocuğa bir altın lira bırakmış. Çocuk altını görünce şaşırmış. Aklından şeytanlık geçecek ya; hemen geçirmeye başlamış.
"Demek ki, kuyu altın dolu. Ben bu yılanı öldürürsem kuyudaki altınları alır zengin olurum" demiş ve etrafına bakmış. Yerden bir taş almış ve taşı yılana fırlatmış. Yılanın kuyruğu kopmuş, tabii yılan da can havli ile çocuğun üstüne zıplayıp çocuğu ısırmış. Neticede çocuk zehirlenerek ölmüş.
Aradan uzun zaman geçmiş ve yaşlı adam iyileşmiş. Adam aslında bilge biriymiş ve olayın iç yüzünü de bilmekteymiş. Falanca gün falanca kuyunun yanına gitmiş ve orda beklemiş. Bir süre sonra yılan kuyudan çıkmış. Adam yılana
"Ya yılan kardeş, bizim çocuk bir densizlik yapmış ve cezasını da bulmuş ama biz dosttuk ve yine dost kalabiliriz" demiş. Yılan, bu teklife hiç ama hiç yanaşmamış
"Yok, yok!! bu imkansız" demiş ve eklemiş
"Sende bu evlat acısı, bende de bu kuyruk acısı olduktan sonra artık biz dost olamayız" demiş.

Ağzı sıkı sırrımızı paylaşabileceğimiz, omzuna yaslanıp ağlayabileceğimiz, beraber gülüp beraber ağlayabileceğimiz dostlar bulduğumuz takdirde bu dostlukları yitirmemek dileğiyle…

BİR OLALIM…

İRİ OLALIM…

DİRİ OLALIM…